10 Ağustos 2012 Cuma

UŞAK KAF DAĞININ ARDINDAKİ MASAL DİYARI (BÖLÜM 3)

      Çocukluğumun Uşağında Ramazanlar apayrı bir yer tutar. Erkeklerin camilere teravi namazlarına gidişi, bayanların mahellenin yada sokağın en geniş evinde toplanıp teravi kılışları nerdeyse birer tören gibidir.
      Ramazana nerdeyse iki üç ay önce hazırlanmaya başlanır. Ailenin büyükleri daha doğrusu yaşlıları üç aylar denen Recep, Şaban aylarıyla beraber Ramazan ayıda dahil olmak üzere üç ayı oruç tutarak geçirirler.
Sahurda yenecek daha çok tok tutması amaçlanan, bükme, yufka, peksimet, ev yemekleri yapılır. Tarhana hazırlanır. Çeşit çeşit reçeller, salça hazırlanır. Erzak alınır. Eğer o sene Ramazan ayı kışa denk geldiyse dahada zevkli olur. Davetler yapılır. Herkez herkezi mutlaka bir akşam iftara çağırır. Topluca iftar yemekleri yenir.

Namazdan dönüşte genellikle uyunmaz. Ta sahur vaktine kadar, sonrada sabah ezanına kadar oturulur. Artık ne sohbetler, ne sohbetler. Oyunlar, bilmeceler eskilerden, yenilerden hikayeler, anılar. Lafın ucu bitmez.

Biz gençler veya çocuklar üç beş kuruşumuzda varsa çarşıya çıkarız. Çarşıya çıkmakta şudur;

Her Anadolu kasabası yada küçük boyutlu şehri gibi Uşağında tam ortasında bir ana caddesi vardır. Gezilebilecek tek yer orasıdır. Bütün pastaneler, büfeler, ışıklı vitrinler, seyyar satıcıların binbir çeşidi, şehrin ana parkı, parkın içinde ve kenarında çay bahçeleri hepsi, hepsi ordadır. Uşaktaki bu caddenin adı İsmet Paşa Caddesi yada halk arasındaki adıyla istasyon caddesidir. Daha önceki yazılarımda bahsettiğim Hacı Dedeme ait bina tam bu caddenin üstünde ve parkın karşısındadır. Diyebilirimki Uşakta konumu bundan daha güzel bir bina yoktur. Bizim biraz ilerimizde Hükümet binası ve önünde Uşağın en geniş meydanı bulunur.

Caddede piyasa yapılır. Çekirdek, dondurma yenir. Bu caddenin öbür ucunda belediye binası ve onun önündede bir meydan daha vardır. Bu iki nokta arasında geç saatlere kadar gidilir, gidilir gelinir. Belediye, halk rahat gezebilsin diye, ramazanların yaza denk geldiği aylarda bu caddeyi trafiğe kapatır. Öyle kalabalık olurki anlatamam. İnsanlar omuz omuza yürüler.

Uşağın dış mahellelerinde oturanlar bu caddeye gelirken düğüne gider gibi giyinirler. Daha iç sokaklarda herkezin alışkın olduğu kahveler vardır. Bunların müdavimleri vardır. Onlarda namazdan sonra soluğu orda alırlar. Bizim sülalede kahve alışkanlığı olan kimse olmadığından biz o alemi pek bilmeyiz.

Ben teyzemin oğlu Ali ağbiyle arkadaş gibiyimdir. Ali ağbi benden 12 yaş büyük İnşaat Mühendisi, tabiri caizse kapı gibi bir adam. Kısa süreli bir evliliği oldu, sonra ayrıldı. Bir dahada evlenmedi. Birbirimizin sözünden, sohbetinden hoşlanırız. Baya yaşıtmışız gibi her türlü konuyu, din olsun, siyaset olsun, entellektüel kültür olsun, teknik konular olsun zevkle konuşur, tartışırız.

Bir ramazan günü "gel hakan" dedi.
- "Uşağın biraz dışında; Devlet su işleri köyün birine sulama göleti ve buna bağlı sulama kanalları yapmış.Yürüyerek gidip orayı görelim" " hemde vakit geçer" dedi.

O sene ramazan yaza denk gelmişti.

O inşaat mühendisi olduğu için böyle şeylere meraklı. Eh banada gezme olsun her yere giderim.
Yola çıktık. Şehirden çıktık, başladık tepelere, bayırlara vurmaya.
İyi ama git git bitmiyor, eee!.. bide bunun dönüşü var. Bende oruçluyum. 
Ben yoruldum. Ama Ali ağbinin dinlediği yok. Hem dönmeye kalksam nerden, nasıl dönücem. Yol üstünde "çokgozlar" diye bir piknik mevkisi var. Orda bir kaç yerde pınar var. Çeşmelerden nasıl su akıyor? bilek kalınlığında!.. 

Bana tabiatla ilgili bilgi veriyor Ali ağbi. Laf uzadığı için ara ara duruyoruz. Nerden bilir bunca şeyi anlamam. Yol üstündeki her ağaç, her ot, her çalı, her toprak ve kaya oluşumu herşeyi, herşeyi anlatıyor. 
Ben can havliyle yürümeye çalışıyor anlatılanların bazılarınıda dinliyor, bazılarını duyamıyorum bile.
Neyse!..
Kaç saat yürüdük bilmem. Yada banamı öyle geldi. Sonunda gölete geldik. Ben bitmiş durumdayım. Kendimi bir kayanın üstüne attım.
O sanki evden biraz önce ayrılmışız gibi (ama Ali ağbi yurtdışında şantiyelerde çok çalıştı) dimdik " Ben bir yakından inceleyim" dedi gitti. 
Ben buna razıyım. Ali ağbi bir saat sonra falan çıktı geldi. "hadi hakan" dedi. " Ezandan önce dönelim"  hadi bakalım.

Aynı yolu geri yürü. Gide, gide taa çokgozlara geri geldik. Ali ağbi bir bana, bir pınara baktı. Acıdımı ne?

-"Hakan" dedi. "Hadi şu çeşmelerden birinden elimizi, yüzümüzü yıkayalım, dudaklarımızıda ıslatalım"
-"Olur Ali ağbi" dedim.
-"Ama bak içmek yok tamammı" dedi
-"Tamam Ali ağbi" dedim.
o usulüne uygun dediklerini yaptı çekildi. Sıra bana geldi. Hayatımda o kadar zorlandığım haysiyet ve irade savaşı verdiğimi hatırlamıyorum. Su buz gibi, ben ateş gibiyim.
Yüzümü doya doya yıkadım, sıra geldi dudaklarımı ıslatmaya
Ali ağbi beni çocuk yada genç olarak görmedi. Beni hep bir yetişkin gibi kabul etti. Ve bunu laf olsun diye değil inanarak yaptı. Orda beni su içerken yakalarsa, kendi babasını yakalamış gibi hayal kırıklığına uğrar. İçmedim ama niyetimi kaç kere bozdum, kendime karazorlan kaç kere engel oldum bilmiyorum. Çok, çok az kalmıştı; " Anasını satarım "deyip ağzımı dayayıp kana kana içmeme.

Keşke bu çeşmeleri görmeseydik diye için, için küfrediyorum.
Zaten onca şeyden sonra herhalde oruç falan kalmadı. Fasit oldu. Nasıl eve döndük, bitmiş vaziyette.
Teyzem akşam yemeğinde Ali ağbiye verdi veriştirdi.
-"Hiç akıl yok oğlum sende, bu çocuk sıcakta taa oraya kadar yürüye yürüye götürülür, getirilirmi?"
Bundan sonraki sohbet gırgıra sardı;
Teyzem bana döndü
-"Hakan oraya gittin geldin, yemekten sonra Şeker Fabrikasına gidip, gelebilirmisin?" diye dalga geçti.
Kocası rahmetli Alaaddin amca bu soruyu ciddiye aldı.
-" Hah" dedi. " Ne var" "Oruçlu oruçlu yürüyerek gölete giden, yemeği yedikten sonra Şeker Fabrikasına koşa koşa gider gelir"
Ama ben; kim ne derse desin bitmişim. Yemekten sonra " Ben camiye gitmiycem" dedim.
-"Tamam" dediler
-"Sen yoruldun zaten"
Bir saate yakın şekerleme yaptım. Bünyem sağlam olduğundan capcanlı kalktım.
Onlarda camiden geldiler. Tekrar başlasın bakalım sohbetler, Dedem helvacı esnafı olduğu için bütün çocuklarına profesyonel düzeyde olmasada bir kaç çeşit helva yapmayı öğretmiş. Halam, Dayım, Alaaddin amca, (şimdi hepside rahmetli oldu.) Teyzem, Annem, Babam hepsi bilir.
Uşağın meşhur köpük helvası, taş helvası, susamlı helvası, tahin helvası en güzelide dışarda ona pişmaniye denir, bizde adı çekme helvadır. Ocak başında ravağı kaynatılır, Katı kıvama gelince alınır soğutulur. Sonra bu işte uzman olan iki kişi salonun ortasına karşılıklı geçer. Hafifce yumuşak ravak kütlesini içi ucundan tutup çekiştirmeye başlarlar. Çekme helvanın, yani pişmaniyenin tel tel olması sadece bu usta uzatmalara bağlıdır.
Gençliğinde en güzel babam yapardı.
Öyle tatlı, öyle zevkli bir seyri olur anlatamam.
Ben yemesinden çok bu; uzata uzata inanılmayacak kadar inceltme kısmına bayılırım.
Kendine özgübir hareketler kalıbı, bir sistematiği vardır. Öyle rastgele çekilmez.
Yoksa tel tel olmaz şekerlenir.
Otururken birisi "Hadi çekme helva yapalım" deyiverdi.
Teyzem hemen kalktı, büyük bir tencereye çövenini, suyunu, şekerini ve daha nesi varsa koydu kaynattı. Soğuttu.

Sıra çekmesine, bizim uşaktaki tabiriyle "dökmesine" geldi.
En yaşlı iki kişi olan Teyzemle, Alaaddin amca başladılar. Uzatmaya, uzadıkca önce çile sarar gibi ellerine, sonra kollarına, iyice uzayıncada  karşılıklı bellerinesarmaya başladılar. Ara ara birisi helvanın ucunu ötekine verir uzamış helvayı kıvırarak burarlar sonra bu üst üste sarıldığından kalınlaşan helvayı aynı sistemle tekrar çeke, çeke uzatmaya başlarlar.


Sonunda tel tel dökülen bildiğimiz pişmaniye oldu. Ama bu arada herhalde 1 saat geçti.
Yere koca bir sofra örtüsü serildi. Bu tel tel ağızda eriyen çekme helva bir büyük tepsinin içine döküldü. Herkes başına oturdu. Bu arada eskilerden, yenilerden ne sohbetler, aman Allah'ım!..
O kadar çok olmuşki teyzem bütün konu komşularada birer tabak yolladı.
Helva faslından sonra herkes bir köşeye çekildi.
Teyzem bu seferde sahur hazırlığına başlamak için tekrar mutfağa geçti.
Ben yine uyuya kalmışım, Saat 03:  ' e doğru Mutfaktan gelen mis gibi kokulara uyandım. Baktım herkes mutfakta masanın başında. Teyzem yine döşenmiş. Ben geçtim, Bu sefer niyetliyim yarın uykuya tutturacağım diye içimden karar aldım.
Artık dayanılmaz uyku herkeze öyle bastırdıki kimse gözünü açamıyor.
Hep beraber uyuduk. Bu mutluluk dolu bir uyku oldu.

Yazan Hakan KIRBAŞ  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yayınlanan Yazıları Nasıl Buluyorsunuz?