27 Temmuz 2012 Cuma

UŞAK KAF DAĞININ ARDINDAKİ MASAL DİYARI (BÖLÜM 2)

          Geçen yazıda bir bağ sohbetinde tartışılan konunun " uçaklarda yolcuların tuvalet ihtiyaçlarını nasıl giderdikleri" olduğunu söylemiştim.

          Benim babaannemin kardeşi yani erkek kardeşi olan şimdi hakkın rahmetine kavuşmuş Ziya dayımız vardı. Ben sağlığında kendisini gördüm, tanıştım. Epey anlatılarını dinledim. Eskilerin "mukallit" dedikleri cinsten bir adamdı. Sözü sohbeti dinlenir hatta aranırdı.  İşte o mağlum bağ sohbetinde en ilginç yorumu getiren konuşmacı o oldu. Zaten başkasından da bu kadar marjinal bu kadar uç bir tarif beklenemezdi.

          Uzun münakaşaların sonunda şöyle bir ortak karara vardılar. "Efendim; uçaklarda da aynı trenlerde olduğu gibi alt tarafta bir hacet deliği vardır.

          Yalnız uçak yerdeyken bunu kullanmak yasaktır. Durup dururken havaalanını kirletmenin bir anlamı yok tabi."

          Zaten o aralar aynı şeyi yaşadıkları şehirde de görüyorlardı. Şöyleki; şehir içinde çalışan faytonların atlarının tam arkasına gelen yere büyükçe bir bez gerdirilir. Attan çıkanlar bu bezin üstüne düşer birikir, yola yayılmaz.

          Böylece yerdeki sır biraz aralanmış oldu. Peki havada ne olacak? Bunun yazı var, kışı var. İnanın rahmetli Ziya dayıdaki hayal gücünün üçte biri bende olacak ne yazılar yazarım; neyse!...

         "Odun gibi çıkarırsın, pamuk helva gibi dağılır gider" deyip raconu kesti. Bu izahat artık lafın bittiği yer oldu. Bunun üstüne kimse birşey koyamadığından bu konu kapandı.

          Uşak'lının ikinci önemli eğlencesi Murat Dağı kaplıcalarına gitmektir. Buda başka bir eğlenme metodudur. Üç dört aile birleşir, bir kamyon tutulur. Kamyonun kasası bir eve ne gerekliyse onunla doldurulur. Yataklar, yorganlar, tüpler, ocaklar, yiyecek malzemeleri, kaplar, tencereler, tavalar; aklınıza ne gelirse vardır.

         Üç beş ailenin yükü, kendileri, çoluk çocuk kamyonun arkasına yığılır. Karşıdan bir garip seyir olur. Eşya tanışıyor desen değil, insan taşınıyor desen değil, gelin kamyonu desen değil. Ama Uşak'lı bunu bilir hatta bu görüntü birazda kıskanılır.

        Kolay mı onlar tatile gidiyorlar.

        Murat dağında en önemli sosyal faaliyet hayvan çevirmektir. Büyük baş yada küçük baş bir hayvan, marangozun yaptığı aynen filmlerde gördüğümüz bir düzenekle kazığa geçirilir.

        Altına dev gibi bir ateş yakılır. Pişirme esnasında üstten teneke teneke sıvıyağ dökülür. Bu işlem sabahtan akşama kadar sürer. Aklın alamayacağı kadar meşakkatli bir iştir.

        Bir gün Murat dağındayız. Beni teyzem götürdü. O gün sabahtan bir söylenti yayıldı çadırlar ve barakalar arasında. "amatlar ve hafız hocalar beraberce hayvan çevireceklermiş."

        Söylemeyi unuttum Uşak demek , her ailenin, her sülalenin, bütün şehir tarafından bilinen bir "Lakap" ı olması demektir. Bu nüfus kağıdından daha resmi ve daha geçerli bir tanıtım mekanizmasıdır.

        "Amatlar" teyzemgilin lakabı, "hafız hocalar" diğer ailenin. Mesela " Kırbaşlar" baba tarafımın, "Vidinliler" anne tarafımın lakapları.

         Uşak'ta birini tanımak istiyorsan ilk soracağın soru "Kimlerdensin" olur. Bir marangoz yada bu işleri bildiğini iddia eden bir adam getirildi. Birde baktık kasap yaylanın geldiği yoldan peşine dev gibi bir boğa takmış yularından çekip getiriyor.

        Yahu!... Bunu iki aile değil yirmi aile yese bitiremez. Neyse vardır bir bildikleri!...

         Marangoz sanki hayvanın  çevrileceği bir düzenek değil de bir bina yapan mimar edalarında mezrolarla ölçe ölçe sistemi çaktı.

         Şimdi allah var kasapta işinin ehliymiş. O koca hayvanı tek başına devirdi. Yerde kesti, yüzdü. Kazığa geçecek hale getirdi. Yardıma civar ailelerin erkekleri geldi. Herkes hayvan çevirme profösörüymüş. Her kafadan bir ses çıkıyor. Çoluk çocuk seyrediyoruz. Etraftaki bayanlar teyzeme "Allah kabul etsin" temennilerini sunuyorlar. Ortalık oldu bir bayram yeri.

        Neyse zor zahmet o koca hayvanı kazığa geçirdiler. Güçlü kuvvetli ondan fazla adam hep beraber kaldırıp çatalların üstüne koydular. Törenle alttaki ateşi yaktılar. Başladılar üstten teneke teneke sıvıyağını dökmeye. Ortalığı can yakıcı bir koku aldı.

        Fakat sanki et pişiriyormuş gibi değil de yanıyormuş gibi kokuyor. Bu sefer eti çevirerek pişirme konusunda master yapmış uzman komşu kadınları işe karıştı. Biri öyle diyor, biri tam tersini söylüyor. Bir iki saat sonra bu işin çoooook uzayacağını anlayan ahali dağilmaya başladı.
  
        Ben son derece vefakar bir şekilde; yere yatmış bir kütüğe oturdum. Sabırla olacakları bekliyorum.

        Bu arada acıktık. Teyzem pratik kadındı. Oda rahmetli oldu. Hemen bir leğen domates, patlıcan, biber getirdi, bolcada ev ekmeği. Malzemeyi ateşin üstünde közleyip, közleyip ekmeğin içine tıkıyor, elimize tutuşturuyor.

       Bizde kızaran hayvanı seyrede seyrede közlenmiş biber yiyoruz.

       Saatler geçti, hava kararmaya yöneldi. Bir grup kadın  tüm güçleriyle olayı kurtarmaya çalışıyor. Ama sonuç aşağı yukarı belli oldu. Tam bir başarısızlık.

       Hayvan üstten 1,5-2 cm lik yeri, yandı kömüre döndü. Onun altında kalan etse çimçiğ kaldı. Kıpkırmızı duruyor.

       Baktılar olmayacak hemen kaplıcanın çarşı merkezinde bir tava lokantası vardı. Oraya yolladılar. Eniştem kurtarabildiğimiz kadarını kurtarın diye rica etti. Teyzem dünyaya geldiğine bin pişman. Eli yüzü isten simsiyah, ölmüş, bitmiş bir şekilde ağlıyor. Neye yanacağını şaşırmış. Nerdeyse 700-800 kg'lık hayvan rezil oldu, onamı yansın, saatlerce emeğinemi yansın, teneke teneke yağ gitti onamı yansın. Herkes arkasından fısır fısır konuşup, gülüşecek onamı yansın!...

      İşte bizim eğlencelerimiz böyle olurdu.

                                                                    2. BÖLÜM SONU. DEVAM EDECEK

                                                                               Hakan KIRBAŞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yayınlanan Yazıları Nasıl Buluyorsunuz?