10 Temmuz 2012 Salı

BEN, LONDRA ERİĞİ, HOROZ

          Nedense çocukluğumdaki Uşak anıları beni öyle etkilemişki artık Uşak'la ilgili yazmaya biraz ara vereyim diyorum, hadiii aklıma yeni bir şey geliyor, bunu ziyan etmeyeyim diyorum başlıyorum yazmaya.

          Geride bir çok hikaye sırasını bekliyor. Devlet kapısında işini yaptırmak için sırada bekleyen sade vatandaşlar gibi. Bütün tanıdığı olanlar, torpilliler, havadan," hamili kart yakınımdır" sahipleri önden girip girip gidiyor, o zavallılar sırasını bekliyor.

          Yine Uşak. Bu sef er bağ yok. Niye yok? Çünkü o canım bağ parsellere ayrılmış, bir parseli bırakılmış, diğer parseller satılmış, elde edilen parayla kalan parsele camii yaptırılmış. Hacı dedemin arzusunu kimse kıramaz. Olacak dedi, oldu. Ama bunun mantıklı bir izahı vardı. Bağın etrafı geri dönüş yapan almancıların kurduğu mahallelerle doldu. Buda Türkiye'nin başka bir acı gerçeğidir, neyse!...

          Artık bağı eski haliyle muhafaza etme imkanı kalmadı.Dedem kalesini koruyan komutan gibi her çareyi denedi. Bağda sürekli kalacak bir aileyi bile maaş vererek, sigortasını yaptırarak bağda oturttu. Sırf korusunlar diye. OLmadı, olmadı!... Geriye cadde üstündeki evimizin arkasında, taa arka sokağa kadar uzanan büyük bahçemiz kaldı. Ama hacı dedemde bir değişiklik oldu. Şevki kaçtı. Artık toprakla;sevdalı bir tutkuyla ilgilenen insan bir daha gelmemek üzere gitti. Dükkanında daha çok oyalanmaya başladı. Bahçemizdeki ağaçlarla, çiçeklerle yapabildiği kadar, hacı annem ilgilenmeye başladı.

         Bahçemizin sokağa bakan ve caddeye bakan iki ucunda iki evimiz vardı. Sokağa bakan ucundaki ev evvel zaman Uşak eviydi. Caddeye bakan ise dedemin son birşey yapmak gayretiyle tamamlattığı altında dükkanlar olan 4 katlı betonarme zamanına göre modern bina. Bizde artık eski evde değil hep beraber yeni evin birinci katını kendimize ayırdık orda kalıyoruz. Ön tarafa bakan bir balkon, birde arka tarafa bakan balkon var.

         Ben on, on bir yaşındayım. Yine Uşak'tayız. Bahçenin balkona yakın bir yerinde bir erik ağacı var. Adı "Londra eriği" bu anlattığım olay ben şuan 52 yaşında olduğuma göre 40 sene önce ehh!... ağacın dikildiği zamanı da buna eklersek ağaç yaşasaydı yani kesilmeseydi belki şimdi yüz senelik olacaktı. Ama benim aklımı en çok yoran ağacın adı. Bu ağaca "Londra eriği" adını kim vermiş, niye vermiş, meçhul. O zamanlar kim bilir Londra'yı. Hani; birinin önüne dünya haritasını açıp bana şurdan Londra'yı göster desen gösteremez, onuda geçtim Londra nedir desen onuda bilmez. Ama adı "Londra eriği" !... İyimi? Adeta kimlik gibi ağaca çıkmış. Uşak dışından dedemi görmeye köylüler gelirdi. Bahçeyi gezen adam dedeme:

-" Maşallah senin Londra eriği bu sene iyi dökülmüş." derdi

        Bu ağacın bir özelliği vardı. Allah tarafından bu erikten bir veya en fazla iki tane yiyenin bağırsakları çok şiddetli sürer, hele hele tadını sevipte şöyle bolca yedin mi soluğu hastanenin acilinde bile alabilirdin. Çok tehlikeliydi.

        Zaten bütün mahalle o ağacı ilaç niyetine kullanır. İhtiyacı olanlargelip hacı annemden isterler, oda tabak tabak dağıtırdı. Dayım (oda şimdi rahmetlidir) albaylıktan emekliye ayrıldı.Uşak'a yerleştiler. Çünkü o zamana kadar bütün muazzaf subaylar gibi Türkiye'yi dört dönmüştü. Onlarda yeni yapılan binada dedemlerin üst katına taşındılar. Dayım nerden merak saldıysa bir horoz aldı. Onu nasıl büyütüyor? Çocuk bakar gibi.

        Bembeyaz bir horoz: Nerdeyse hindi kadar. Dev gibi bir şey oldu. Kocaman pençeleri, bıçak gibi bir ibiği var. Yalnız bir mahzuru var, horozun psikolojisi bozuk. Anormal derecede saldırganlaştı. O bahçeye kimseyi çıkartmıyor.

         Horoz yetiştirenler bilir. Saldırganları korkunç olur. Köpekten daha tehlikeli olurlar. Sıçrayıp insanın gözünü çıkartmaya çalışır. Bir süre sonra mahalleli hacı dedeme şikayet edince dayım onu kümese kapattı.

         Şimdi düşünüyorum da belki de yalnızlıktan agresifleşti horoz. O kümese bir iki de tavuk koymayı kimse akıl edemedi. Bu arada ben ne yapıyorum? Kendime bir oyun icat ettim. Balkona kaplar kacaklar dolusu su depoluyorum. Horozun salındığı saatlerde balkona saklanıyorum, tam balkonun altından geçerken bir kova suyu boşaltıveriyorum üstüne. Zaten deli horoz iyice çıldırıyor. Ama ne çıldırma kendini yerden yere atıyor.

         Hatta bir keresinde yine suyu tepesinden aşağı geçirdim. İnanın insan gibi döndü bana uzun uzun baktı. İçim titredi. O anda anladım ki eğer beni bahçede yalnız bir yakalarsa hiç şakası yok öldürecek.

         Derken epey zaman geçti. Ben su dökme işinden bıktım. Bıraktım. Nasıl olsa hayvan değilmi unutmuştur diye düşünüyorum. Ama yinede ihtiyatlıyım. Önce balkona çıkıp bahçeyi kontrol ediyorum. Sonra çıkıyorum.

         Bir gün hacı annemin bir arkadaşı geldi. Kocası bir haftadır peklik çekiyormuş. Biraz " Londra eriği" istedi.

         Hacı annemde beni çağırdı:

 -"Hakan git bahçeden bir tabak Londra eriği topla gel." dedi.
 -"Olur hacı annem" dedim.

        Ben o anda kontrol etmeyi, horozu herşeyi unutmuşum, tabağı alıp bahçeye çıktım.

        Ağaca doğru yürümeye başladım. Allahtan o gün yeni alınan kot pantolonumu giymiştim. Tam ağaca bir iki adım kala sağ baldırıma "küüütttt" diye bir şey çarptı. Ama sanki biri kocaman bir tuğlayı bütün gücüyle bacağıma savurmuş gibi oldu. Benim aklımda horoz falan olmadığından hala tuğlayı düşünüyorum, kendi bahçemizde bu tuğlayı bana kim attı diye bir taraftan düşünüyor, bir taraftan baldırımı ovuyorum. Canım çok yandı.

        Merakla arkamı dönünce horozla burun buruna geldik. Bahçe kapısından benim çıktığımı görünce kaçmayayım diye bir yere saklanmış. Sonrada sessizce arkadan sokulup saldırmış. Hemen bahçe kapısına seyirttim. Erik merik umrumda değil artık. Canımı kurtarmaya çalışıyorum. Ya bu hayvanın vücudu ile beraber zekasıda mı büyüyor ne?

        Benim bahçe kapısına doğru seyirttiğimi görünce bit depar attı yanımdan geçerek bahçe kapısıyla arama girdi. Bu ne ya!...

        Rüyada mıyım neyim?
        Bu ne biçim bir kabus!

        Baktım durum sandığımdan çok daha kötü hemen en kalınından elime kalın bir dal aldım. Artık şakası kalmadı birbirimizi öldüreceğiz.

        Normalde elime taş, sopa alınca hangi hayvan olursa olsun kaçması lazım.

Kaçmadı.

        İnanın sevgili okuyucularım birbirimizin etrafında çok ağır hareketlerle, aynen ringdeki iki boksör gibi yavaşça fakat ölümcül bir dikkatle dönüyoruz.

        Kaç dakika döndük hatırlamıyorum. Paniğe kapılmak üzereyim. Oda saldırmıyor. Uygun anı kolluyor, darbesini çok ölümcül hazırlıyor. Korkudan bana öyle geldiği falan yok, hayvan beni o anda parçalamak için hazırlık yapıyor.

        Bu arada yinede hayvan; bahçe kapısından döne döne uzaklaştım. Baktım onu yönlendirebiliyorum. Tekrar bahçe kapısına doğru dairemizi yönlendirdim. Horozla bahçe kapısı arasında kalacağım bir anı kolluyorum. O anı yakaladığımda kapıya fırlamak için üç, dört saniyem var. Yoksa acayip çevik bir hayvan. Bu arada inşallah kapıyı açık bırakmışımdır diye için için dua ediyorum. O ara bir kalp krizi geçirmeden kurtulsam çok sevineceğim.

       Bir ara göz ucuyla kapıya baktım yarı açık ; için için "ohhhh" çektim. Ya şimdi ya hiç dedim. Can havliyle ok gibi fırladım. Allahta bana bir hız, bir güç verdi. Kendimi kalın tahta kapıdan içeriye adeta kaleci gibi atıp son saniyede kapıyı çarparak kapattım. Sinirlerim o anda boşaldı. Kafayı oynatmışçasına ağlıyorum. Daha kapı kapandığı anda dışardan "güümmm" diye bir şey kapıya vurdu. Korkudan çıldıracağım artık.

             Yoksa kapıyı kırmayamı uğraşıyor.

       Bunca şeyden sonra " yok artık o kadar da yapamaz" diyemiyorum. Yaparmı, yapar!...

       İnanın beş altı defa tüm vücudunu kaldırıp, kaldırıp kapıya vurdu. Hacı dedemin o kapıyı öyle abartılı bir şekilde kalın kalın kerestelerden yaptırdığına hiç bu kadar sevinmemiştim. Zannediyorum kapı kontroplak gibi eften püften bir malzemeden yapılmış olsaydı horoz içerdeydi. Ondan sonrasını tahmin bile edemiyorum.

      Yukarı çıktım. Elim ayağım titriyor. Bu arada misafir hanım çoktan gitmiş. Hemen balkona çıktım. Hayvan bana baktı. Öyle bir ses çıkardı ki kanım damarlarımda dondu.

            Sanki öfkeden haykırmış gibi geldi bana.

      Çok kısa bir süre sonra mahallelinin şikayetleri artınca dayım horozu kesmiş. Hiç üzülmedim.

1 yorum:

  1. horozla savaş horozun intikamı ben çok güldüm bu güzel trajikomik anıya :))

    YanıtlaSil

Yayınlanan Yazıları Nasıl Buluyorsunuz?