8 Temmuz 2012 Pazar

UŞAK KAF DAĞININ ARDINDAKİ MASAL DİYARI (1.BÖLÜM)

           Uşak'tan çıkmış en önemli şairlerden biri olan Ömer Bedrettin Uşak'lı bir şiirine şöyle başlar:
           "Ufkun dalga dalga, göğsün çiçekli
           Gülüyor başların akşamlarında
           Aşıklar diyarı olduğun belli
           Bir kızıl şarap rengi var akşamlarında"

           Bu şehrin evvel zamanınıda bilen biri olarak sizi temin ederim bu dizelerde sanat kaygısı ile yapılmış hiç bir abartı yok. Aynen, birebir şairin söylediği gibiydi. Günün her saati şahaneydi ama illede akşam batarken ortalığı değişik bir kırmızıya boyadığı saatle başkaydı.

           Uşak toprağı çok verimli bir topraktır. Demir oranı yüksek kırmızı topraktır. O yüzden aklın hayalin alacağı her türlü tarıma müsait hani halk arasında " taşı atsan biter" dedikleri cinsten bir topraktır. Eh!.. böyle bir topraktada bağcılık ve bahçeciliğin gelişmesi kadar normal bir şey olamaz.

           Akşam güneş karşı dağların tepelerinin arkasına yavaş yavaş geçerken iyice yatay gülen güneş ışıkları bu kırmızı topraklardan yansır, gök kırmızı, yer kırmızı, seyrine doyulmaz bir manzara oluşurdu. Şimdi1.. yani bağın olduğu yerde şarap yoktur demek gerçeğe uymaz, tabiki yapan yapardı. O zamanlar ekonomik açıdan incelendiğinde tüm anadolu şehirleri gibi Uşak'ta hem kültür olarak, hem ekonomi olarak, kapalı bir toplum. Öyle deniz kenarına tatile gitmeler, başka şehirleri gezip gezip gelmeler falan yok. Bir iki ana arterde demiryolu var, bazende çilesine katlanabileceksen, genelliklede mecbur kaldığında bineceğin otobüs. Yüzde doksan dokuz mecburi seyahatler mutlaka trenle yapılacak. Şimdi kapalı toplumlarda insanlar nasıl eğlenir? Elinin altında kullanabileceği, coğrafi şartlar, demografik şartlar, kültürel şartlar vs. ne varsa hepsinden faydalanarak. Bağcılık önemli bir uğraşdı dedik, o halde eğlenmeye bağa gidilir. Tabi bu kadar basit bir olay değil. Bağa gitmenin halk arasında adeta töre haline gelmiş ritüelleri ve seremonileri vardır. Önce bağına kim davet edecekse o şahıs sabahtan yada bir gün önceden çağırılarak davetlilere tek tek haber yollar.Böylece ilk etapta bir aksilik olması engellenmiş olur. Sonra bağa; çağırılan misafirin önemine, yada toplum içindeki ağırlığına göre yaya gidilecekse belli bir toplanma yeri söylenir yada faytonla gidilecekse çağrılılar daveti verenin evinde toplanırnakliye ev sahibine yani bağa ait olur. Yani faytonların ücretini o öder.

            Bu arada bağda yenecek yemeklerin evin hanımları tarafından sabahtan, belki bir gün önceden hazırlanmaya başlar. Tabi baş yemek tarhana çorbasıdır. Anadoluda çeşit çeşit yörelerde, beldelerde tarhana çorbası yapılır. Ben kendi adıma hiç birini Uşak tarhanası kadar sevemedim. Ben bulgurun diri diri ağza geldiği tarhana çeşidini sevmiyorum. Uşak tarhanası adeta krema çorbası gibi olur. İçimi son derece kolay ve rahattır. Sonra içinin malzemesi abartıya kaçılacak kadar bol konur. Tam yağlı yoğurt, soğan, nane, salça ve diğer malzemeler unun içine son derece bolca konur. Ana harç malzemesi olan un neredeyse azınlık haline düşer. Sonra" alacatene" denen bir başka yemek. Yeşil mercimek ve bulgurla yapılan bu Uşak dışında hiç rastlamadığım yemek gerçekten harikadır. Özelliği bol kuru soğanla yenmesidir. Kokusu diyeceksiniz!... ne yapalım gülü seven dikenine katlanır.

            Ve yemeklerin padişahı " Çömlek Eti" iki türlü hazırlanır. Beş altı kilo yağlı kuzu eti uygun büyüklükte bir çömleğe doldurulur. Üstüne bolca domates, soğan doğranır, tuzu karabiberi atılır. Eğer evin hanımları ve bayan misafirler gündüzden gidecekse, beylerde akşam iş çıkışı namazdan sonra gelecekse bu çömlek çiğ olarak bağa götürülür. Çömlek etinin en büyük özelliği asla içine su ilave edilmez. O tamamen etin ve diğer malzemenin kendi suyuyla pişmesi ile oluşan bir yemektir. Bağa gidilir. Hemen yardımlaşma ile çömleğin girebileceği kadar toprak kazılarak bir ozak hazırlanır. Bu kazılmış ocağın içine odun, kozalak, çalı çırpı doldurulur, yakılır. Bu ateş köz haline gelince çömlek dikkatlice yerleştirilir. Sağı solu toprakla kapatılır. Hava alacak kadar bir açıklık bırakılır. Çömleğin ağzıda hamurla iyice sıvanarak kapatılır. Mümkün olduğu kadar onunda üstü örtülür. Böylece o çömlek orda unutulur bir daha ellenmez. Taki akşam yemek saatinde açılıncaya kadar. Sevgili okuyucular o etin lezzetini anlatmaya benim kalemimin gücü, kudreti yetmez.

            Yada bağa akşam üstüne doğru gidilecekse ocağın üstünde ağır ağır pişirilir. Bağada pişmiş hazır yemek götürülür.Tabi makbul olanı birinci usuldur. Çok eziyetli, çok emekli bir yapım şeklidir ama sonuçta her türlü gayrete değer. Geriye kalan herşey, şeker, tuz hariç bağdan temin edilir. Akşama doğru bağ damının önündeki" gayrak" yıkanır. Gayrak tamamen Uşak'a özgü bir objedir. Evlerin önünde taş döşeli bir alan vardır. Bu alan Uşak'a özgü "gayrek taşı" denen yassı, düz, pamuk gibi beyaz özel bir taşla döşenir. Bu uşak evlerinin olmazsa olmaz koşuludur. Uşak evlerinin ve "bağ damlarının" olmazsa olmaz bir başka koşuluda tulumbalardır. Her evde ve bağda mutlaka kuyu açılır, buraya bir emme basma tulumba takılır. Bedava ve pırıl pırıl su. Yalnız tulumba suyu içilmez. Kaba su diye tabir edilir. Kaba sudan ne kasdedildiğini bilmiyorum, hakikaten bende içtim çok lezzetsiz, insan kandırmayan bir sudur. Temizlik işlerinde kullanılır. Bu alana "Gayrak" denir. Tulumbadan çekilen sularla bu gayrak süpürüle süpürüle mis gibi yıkanır. Yıkamanın iki amacı vardır. Hem oturulucak alan temizlenir hemde gayrak serinletilmiş olur.

            Gayrakta gündür oturulmaz çünkü güneşin altında o gayrek taşlarına çıplak ayakla basılmaz. Işığı ayna gibi yansıttığı için ortamı son derece sıcak yapar. Akşama doğru evin kızları, gelinleri gayrağı yıkamaya başladıklarında çıkan ve etrafa savrulan kokulara inanamayacaksınız. O buz gibi kuyu suyu ateş gibi kızmış gayrağa çarptığında havaya "cossss" diye bir buhar ve koku yükselir. A! sevgili okuyucularım hayatınızda bir defa o kokuyu almanızı, içinize çekmenizi çok isterdim. O gayrak defalarca yıkana yıkana soğutulur. Tertemiz yapılır. Üstüne hasırlar, kilimler, battaniyeler, serilir. Bunların üstüne minderler, yastıklar atılır. Ortalık bir masal sahnesinin çekildiği film setine döner.

           Ortaya ramazan davulcularının kasnağı büyüklüğünde kocaman bir sini altlığı konur. Bunun üstünede çarşaftan daha büyük bir sofra örtüsü serilir. Bu altlığın bu kadar abartılı büyük olmasının basit bir izahı vardır. Çünkü yemek sinisi anormal büyüktür. Bunlara davet sinisi denir. Eskiden Uşak'ta davet sinisi her kadının evinde olması gereken bir gereçti. Şimdi yer sofrasında yemek yiyen kalmadığı için bu tür mutfak araçlarıda piyasada kalmadı. Belki bir hatıra olarak hala saklayanlar varsa bilemem.

            Bu sinilerin bu kadar büyük yapılamalarının sebebi, bir defada etrafına sekiz, on kişinin oturması gerektiğindendir. Gerçekten on kişi bu sininin çevresine bağdaş kurarak, rahat rahat oturur. Lüks lambaları yakılır. Işıklar gölgelere, gölgeler kokulara karışır. Bu arada hacı annem gayrağın hemen yanındaki ulu ceviz ağacının altınıve etrafınıda bolca sular. Toprak tozumasın diye yapılan bu işlem öyle bir koku salarki hayatınızda bu kadar mükemmelliği arka arkaya yaşamadığınızdan eminim. Evin erkeği yapılanları teftiş etmek için biraz erkenden gelir.

            Artık çömlek eti hatırlanır. Etrafı kazılır, çömlek çıkarılır. Bu işi evin en yaş ve en tecrübeli kadını yani bizim evde hacı annem yapar. Bir tepsiye; Çömleğin ağzındaki hamur çıkarıldıktan sonra çömleğin içindeki et, ters çevrilip dökülür. Hiç su ilave edilmemiş etin nasıl olupta bu kadar sulu, bu kadar yumuşak olduğuna insan inanamaz.

            Eğer bir gün, bir şekilde Uşak'a yolunuz düşerse kime, nasıl yaptırırsınız bilmem ama imkanınız olursa çömlek etini lütfen bir tadın. Daha önceki yediğiniz tüm et çeşitlerinin lezzet olarak bunun yanında bir hiç olduğunu farkedeceksiniz.

             Yemekler yenir. Günün yorgunluğu yavaş yavaş üstlerden atılır. Disiplin cıvımamak şartıyla epeyce gevşetilir. Sohbet koyulaşırda koyulaşır. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar kahkahalarla süslenmiş, hikayeler, anılar, ilginç şeyler, günlük faaliyetler sırasında görülen, duyulan haberler; herşey konuşulur. Tabi düzeyli bir espride bu sohbete eşlik eder gider. Ben bir keresindeUşak müftü yardımcısınında olduğu bir bağ davetinde şöyle bir yemek duası yapıldığını kendi kulaklarımla duydum;inanın hiç abartmıyorum:

            "Alla hümme bakirin, Karnı doymaz Şakir'in
              İnanmazsanız bir tepsi daha getirin
              Yemezse yüzüme tükürün
              Alla hümme bi rahmetike ya erhamer rahimin elhamdülillahi rabbil alemin el faaaatmaa

             Hiç kimsede ama hiç kimsede tık yok. son derece büyük bir ciddiyetle eller havada Amiinnn dendikten sonra fatihalar okundu, ortalık hemen bir komedi tiyatrosunun sahnesine döndü. Bu grubun içindekilerden birinin müftü yardımcısı olduğunu demin söylemiştim. diğerlerine normal hayatta böyle bir şey söylemeye kalktınız mı en hafifinden sopayı yersiniz. Ama o sohbetin ritüeli gereği ne muhteşem tolerans, ruh yüceliği, ne anlayış, hayran olmamak mümkün değil, espriyi kimse bozmaz.

            Daha sonra müftü yardımcısı gerçek sofra duasını okudu. Bizlerde hep beraber tekrar " amiinnn" çektikten sonra fatihalarımızı okuduk. Gecenin ilerleyen saatlerinde espriler artar ama düzey hiç bozulmaz. Koca koca adamların bir başka toplantıda, yine bağda;uçaklarda yolcular nasıl tuvalet ihtiyaçlarını giderirler, konulu bir konuşmasını dinlemiştim. Yıllar geçtiği halde hala unutamıyorum. Bunun neresi garip diyeceksiniz. Garip olan şu:Bu adamların hiç biri, değil uçağa binmek uçağı uzaktan bile görmüş insanlar değil. Şimdi bunlar uçakla ilgili bu teknik konuyu tartışıyorlar, yani sizin anlayacağınız bitmez, tükenmez seyir sanatı.

            Sevgili okuyucularım oldukça yoruldum. bu yazının ikinci bölümünü başka bir zaman yayınlamak istiyor, anlayışınıza sığınıyorum.

                                                                         Sevgilerimle;
                                                                                                HAKAN KIRBAŞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yayınlanan Yazıları Nasıl Buluyorsunuz?