6 Eylül 2012 Perşembe

Üzüntüyle Geçmez İçimizdeki Yara Dualarla Rabbimize Dua Edelim Mekanı Cennet Eyleyelim Başımız Sağ Olsun Acımız Bir Olsun

Bu sayfada en son yazacağımı düşündüğüm bir yazıyı yazıyorum.
 
Bir tanecik Dayım aslında Abim (çünkü ben bu evde hep üçüncü çocuk olarak yaşadım) benim için Herşeyim Çok Sevgili ve Saygıdeğer Hakan KIRBAŞ aramızdan ayrılmış hakkın rahmetine kavuşmuştur.
 
Hayat bir çiçek gibi açıp sonra solarken zaman su gibi akıp gidiyor ve o acılı gün geldiğinde üzüntüler hakim geliyor biz insan oğluna. Allah ım  mekanını Cennet eylesin Dualarımızı kabul etsin, Acımızı paylaşan herkeze teşekkür ediyoruz. Dualarımız eksik olmasın.
Mekanı cennet ruhu şad olsun...
 
 
 
 
 
Eğer yapabilirsem daha önce kalem kağıtla yazdığı tüm notlar ve yazıları sizlerle paylaşmayı düşünüyorum. 04 Temmuz günü başlayan bu blog yayınlarını şuan zor yazıyorum bu yazıyı özür dilerim sizlerden bir aksilik veya itiraz olmazsa sonuna kadar yaşatmayı ve bu blogu ölümsüz olması için elimden gelen herşeyi yapmaya gayret edeceğim. Zaten benim kalbimde ölümsüz eminim sizlerinde kalbinde ölümsüz olarak yaşayacaktır.
 
yazıyı paylaşan
Orkun TİRİTOĞLU

30 Ağustos 2012 Perşembe

TEMBELHANE GÜNLÜKLERİ 1.BÖLÜM



YORGUN YUSUF İLE BIKKIN BEKİR İN EV MACERALARI


                                                       28 Ağustos 2012


         -"Ah!...Şu altımdaki tavuk kemiği artık popomu delmeye başladı yaa!..."
         -"Atıver abi,çekip durma."
         -"Şimdi kim kalkacak koltuktan Bahri? Ayağa kalkabilseydim üç gün önce
           atacaktım."
         -"Geçen hafta bir hata yaptım ağbi:Telefonu buraya getireceğime,kapının
           yanındaki dolabın üstüne koymuşum. Hamburgerciye telefon edicem, elimde
           telefon yok. Birde  acıktım ki! midem zil çalıyor."
         -"Sahi ya! Bende acıktım.Ahh! Mecburen ayağa kalkıcaz artık. Offf, şu kemik
           şimdi içime girecek."
         -"Ağbi ayağa kalkmışken banada bir bardak su getirirmisin? Dünden beri su   
           içmedim ağbi, çatlamak üzereyim."
         -"Farkındamısın Bahri? Son zamanlarda sen çok tembelleştin. Oturduğun koltuğa
           yapıştın sanki. Hasta olursun sonra oğlum. Bak tam dört gündür burdan
           kımıldamadan sana bakıyorum. Hiç yerinden kalkmadın."
         -"Ağbi ben hastayımda ondan; Bacak kaslarım çok güçsüz. Ayağa kalkınca bütün
          yük kalbime biniyor. Bir gün ayağa kalktığımda mazaallah, kalpten gidivericem
          diye korkuyorum.
         -"Bahri son onbeş dakkadır altımdaki tavuk kemiğini hissetmiyorum. Bir rahatlık
          geldi. Ne oldu acaba?"
         -"Girmiştir ağbi!"
         -"Neyse Bahri,bugünü iyice dinlenerek geçirelim ama yarın ikimizde
           koltuklarımızdan ayağa kalkacaz. Söz mü ?"
         -"Söz ağbi.Hadi Allah rahatlık versin!..."



                                                    29 Ağustos 2012

         -"Yusuf ağbi tam yirmi dakkadır kapının zili çalıyor."
         -"Hadi yaaaa!Bak ben duymamıştım Bahri. Sahi mi diyorsun?"
         -"Sahi diyorum ağbi. Nasıl duymazsın? Baksana, yeri, göğü yıkıyor."
         -"Oğlum!.... Tabiki duydum. Bu arada senindekapının zilini işitmiş olmana çok
           sevindim."
         -"Neden?"
         -"Eeeeee! Bellimi olur, belki bir kahramanlık yapar da kapıyı açarsın  ha!...."
         -"Çok zor be ağbi. Tabiki gönlüm kalkıp açmaktan yana; yanlış anlama ama, ben
            kalbimden dolayı.........."
         -"Tamam ulan, tamam şimdi senin o yarım kalbine başlıyacam!... "Ya bu da
           amma inatçı çıktı, kapıyı açtırmadan gitmeyecekmi ne?"
         -"Ağbi; bence uyuyor numarası yapalım, hadi! gözlerini kapa."
         -Bahri cim; Ben senden korkmaya başladım. Otura, otura senin beyninede birşey
          oluyor.
          Lan, oğlum dışarıdaki kimse, bizim uyuduğumuzu, gözümüzün kapalı olduğunu
          nerden bilecek?"
          -"O zaman ikimiz birden bir ağızdan (BİZ UYUYORUUUUUZZZ, RAHATSIZ
           ETME YİİİİİİİİİN) diye bağıralım. Dışardaki bizi göremez ama, duyarak anlar.
           Nasıl fikir ama?  mükemmel dimi?"
          -"Bahri ciğim canım kardeşim benim."
          -"Neden ağlıyorsun ağbi? Bu müthiş zeka karşısında gözlerin yaşardı dimi?"
          -"Evet Bahri."
          -"Sağol ağbi."
          -"Bahri bugün çok yorulduk. Beyninin teklemesi normal kardeşim. Bence biraz
            kestirelim, iyi gelir."
          -"Hadi o zaman,Allah rahatlık versin ağbi."
 



30 Ağustos 2012




            -"Yusuf ağbi bugün bayram biliyormusun? Bayramın şerefine belki televizyonu
               açarız ha!...  ne diyorsun?"
            -"Bahri bugün bana hiç bulaşma. Çok yorgunum. Rüyamda, bütün gece, dağlık
              bir bölgede çıplak ayakla sabaha kadar koşturdum. Canım çıktı. Nefes, nefese
              uyandım. Şu anda bütün
              vücudum yorgunluktan titriyor."
            -"Canım ağbim benim. Ne vardı öyle kendini paralayacak. Rüyanda şöyle ipek
              yataklarda gerine, gerine uyuduğunu görseydin ya!...."
            -"Bahricim sendeki aklı nasıl kıskanıyorum anlatamam. Niye bu senin fikirler
               hiç benim aklıma gelmiyorlar acaba?" "Bahriciğim hiç zannetmiyorum ama 
               yinede sorayım: Sen hiç rüya görüyormusun.?
            -"Hayır ağbi."
            -"Tahmin etmiştim. Bahriciğim kafanı salladığın zaman bir hafiflik
               hissediyormusun?"
            -"Evet ağbi. Nerden anladın?" "Ya! ağbi, benimle böyle yakından ilgilenmen
               beni nasıl duygulandırıyor, anlatamam. Çok memnun oluyorum."
            -"Bu benim insanlık görevim Bahricim. Şimdi müsade et uyuyacağım. O
               yüzden bir süre bana soru sormaz, konuşmaya çalışmazsın değilmi güzel
               kardeşim.?"
            -"Hiç merak etme ağbi sana bir tek kelime etmeyeceğim."
            -"DAĞ BAŞINIIIIIII DUMAN ALMIIIIIIIIIIŞŞ"...........
            -"Allah!..Ne oluyor?Bahri ne yapıyorsun yahu? Bağıra,bağıra !...."
            -"Sana tek bir cümle söyledimmi ağabey? Ben sözümü tutarım." "Kendi
              kendime 30 Ağustos şerefine marş söylüyorum."
            -"Bahriciğim şöyle bir teklifim var: Şimdi ikimizde çok yorgun gözüküyoruz.
               Biraz uyusak. Marşını yarın söylesen. Yarın dinlenmiş olduğun için çok daha
               gür bir sesle ve daha heyecanla söyleyebilirsin."
            -"Olur ağbi.Hadi Allah rahatlık versin."




31 Ağustos 2012


             -"Yusuf ağbi, günaydın bugün iyisin galiba. Sabah baktım derin, derin
                uyuyordun."
             -"Gerçekten iyi uyumuşum. Ama nedense belim tutulmuş. Oysa akşamdan
                battaniyemi sıkı, sıkı sarınmıştım. Bak! Aaaaaa! Nerde benim battaniyem
                yaaa!.. Bahri o üstündeki benim battaniyemmi?"
             -"Evet ağbi."
             -"Oğlum niye aldın üstümden?"
             -"Ağbi benimki içerde kalmış. Gece de nasıl bir uykum var, yerimden
                kalkamıyorum. Baktım açıkta yatsam sabaha her yanım tutulup ağrıyacak.
                Ne yapayım diye düşünürken birden bir fikir böyle ampul gibi kafamda
                yandı ağbi!...."
             -"Sende benim üstümdeki battaniyemi çektin aldın, oturduğun yerden
                değilmi?"
             -"Nasıl fikir ama ağbi? Müthiş akıllıca değilmi? Beni tebrik etmeyecekmisin?"
             -"Tabi edeceğim. Yalnız şu belimin ağrısı biraz geçsin. Bana zaman tanı.
                Sonra yalnız seni değil, yedi sülaleni tek, tek tebrik edeceğim."
             -"Sağol ağbim benim. Oooohh ya! ne güzel uyumuşum. Yumuşacık kalktım
                vallahi. Sahi sen niye böyle iki büklüm,tutuldun kaldın be ağbi?
             -"Bilmiyorum Bahri. Açıkta yatmak bana yaramıyor galiba!..."
             -"Yani ağbi! Sen de bir alemsin yaaaa!... Bu huyunu bile, bile niye örtünmeden
               yatıyorsun?"
             -"Bahri hemen sus, hemen sus, sana bugün akşama kadar konuşma yasağı
                koydum."
             -"Ağbi bazen öyle acaipleşiyorsun ki seni anlayamıyorum." "Şimdi ben ne
                yaptım yaaa!..."
             -"Sus bahri,uyumak istiyorum.Battaniyemle birlikte."
             -"Hadi Allah rahatlık versin ağbi."



                       Yusuf ile Bahri nin ev maceraları devam edecek

                       Şimdilik onları rahat bırakalım uyuyup dinlensinler.

                       Sevgilerimle

                       Hakan Kırbaş

29 Ağustos 2012 Çarşamba

PENCEREDEN DIŞARISI



İNSANLAR YALNIZ, İNSANLAR TEK BAŞLARINA, DOST YOK,
ARKADAŞ YOK, BÜYÜK METROPOLLERİN KADERİ BU.
İNSANLAR BİRBİRLERİNDEN KORKUYOR, SADECE DOSTLUK HAYALLERİ KURUYORLAR
 


   -"Anne koş,koş,gel çabuk amaaaa!...
   -"Ne oldu oğlum ne gördün dışarıda?"
   -Çabuk babamada haber ver, ikinizede sevineceğiniz bir haberim var. Daha doğrusu 
      göstereceğim."
   -"Bu telaşın nedir oğlum?
   -"Baaak! Gördünmü! Dönmüşler yine aynı şekilde camın önünde hep beraber 
     oturuyorlar."
   -Bakayım...Aaaaa! Hakikaten dönmüşler sevindim bizim seyir eğlencesi başladı
    yeniden"
   -Ne bu bağırış,çağırış hanım? neden heyecanlandınız?"
   -Gel kendin bak."
   -Nereye?"
   -Nereye olacak,caddenin karşısındaki binada kasabın üstündeki dairenin köşedeki
    odasına."
   -"Yani bizimkileremi?Dönmüşlermi yine aynı vaziyette caddeyimi seyrediyorlar?"
   -"Ve bizi!..."
   -"Şunlara bir hoşgeldin eli sallayayımmı?"
   -"Aaaaa! Olmaz oğlum tanışmıyoruz, görmüyoruz,çok ayıp olur.Sonra ne
     derler?...Resmen laf
     atıyormuş gibi."
   -Anne! Neden biz artık onlarla tanışmıyoruz.?"
   -"Oğlum,tanımadığımız,bilmediğimiz insanlar,durup dururken biz sizinle ahbap
    olmak istiyoruz
    denmezki; gerçi şöyle karşıdan temiz insanlara benziyorlar ama bu devirde belli mi
    olur?"
   -"İnan bak ööööyle bize bakıyorlar,hep beraber ;bahse girerim onlarda bizi merak
    ediyorlardır."


           *                      *                     *

   -"Annecim evini özledinmi?"
   -"Ne yalan söyliyim kızım özlemişim.İnsanın kendi evi gibisi yok.Bak
     karşıdakinlerde yarım saattir
     bize bakıp,bakıp aralarında hararetli,hararetli konuşuyorlar.Eminim tatilden
     döndüğümüze
     sevindiler.Nede olsa tanış sayılırız artık."
   -"İlahi anne;neler düşünüyorsun,nerden tanış olucaz ayol!...Sadece camdan,cama
     bakışıyoruz.
     Uzun zaman bekledim,kadın bir bakışları ile selam verip,gülümsemedi bile."
   -"Bak sen  demek <bekledin!...> öylemi.?Yani sende ahbab olmak istiyorsun yani!..."
   -"Diyelimki ahbab olmak istedim.Nasıl olucaz.Kapılarını çalıp biz sizinle ahbablık
     yapmak istiyoruz mu diyeceğim.Deli olduğumu sanacaklar."
   -"Hah! Bak işte gene camın önüne portatif masayı koydular.Yemeğe
    oturuyorlar.Amma keyifli
    insanlar haaa!..Başka yerde yemiyorlar."
   -"Ondan değil o kızım. O genç;Allah kimsenin başına vermesin böbrek hastasıymış
    yenide hastaneden çıkmış,biraz zor yürüyormuş.Onu kıpırdatmamak için camın
    önünde yiyorlar
   -"Maşallaaaaah,maşallah! Ya! annne oturduğun yerden bu kadar malumatı,nasıl ve 
    ne zaman topladın? Pes yani."
   -"Bizim alttaki kasaba sordum.Geçen gün eve et sıparişini getirmişti,biraz otur
    dedim, lafladık.
   -"Kadın çok zenginmiş,sırf oğlunun yanında olabilmek için bu evi satın almışlar."
   -"Neyse! Bizde yemeğimizi yiyelim .Aslında bizde aynı durumda sayılırız.bizde
     senin yanında yiyoruz. Kıza haber vereyimde gelsin sofraya otursun artık."


        *                           *                      *


    -"Bak anne onlarda camın önüne masayı kurdular, Farkındamısın? Hep aynı  
     saatlerde yemek yiyoruz."
    -"Onlar üç nesilmiş, o yaşlı kadın anneanneleri, konuştuğu onun kızı, birde ara, sıra
     genç bir kız görüyoruz ya! O da torun, bu kadının kızı. Bir arada yaşıyorlar.
     Babalarını hiç görmedim, burada kirada oturuyorlarmış.
    -"Yani hanım bu kadar işin,gücün arasında bu bilgileri nasıl elde ettin,sana hayret
    ediyorum."
    -"Bizim kapıcı sabahları o apartmanada ekmek ve gazete dağıtıyor. Ona sordum. 
     O  da anlatıverdi."
    -"Madem öyle git ,kapılarını çal,ben sizinle komşuluk yapmak istiyorum de."
    -"Oluuurr!...sonra bu kadın aklınımı oynattı desinler. Her işin bir yolu, yordamı
     vardır. Yoldada karşılaşmıyoruzki!... selamlaşma falan derken bir konu oluşsun.."
    -"Böylede ahbablık ediyoruz nerdeyse. Sadece konuşup, selamlaşmıyoruz. Sen
     pilavdan bir tabak daha ver, güzel olmuş."
    -"Sağol bey.Afiyet olsun."



         *                           *                          *


     -"Amma gürültü var sokakta yahu!..Bugün ne oluyor böyle anne?"
     -"Bilmem ama karşı binanın önüne insanlar birikmeye başladı,hayırdır inşallah."
     -"Aaaaa! bir ambulans geldi.Kime geldi acaba?
     -"Anne bak ambulans karşı binanın önünde durdu.Ben çok endişelenmeye
        başladım.Senin üç
        nesillerin evine gelmiş olmasın bu ambulans sakın!..."
     -"Ben gidip bakıcam. Aaa bak bizim kapıcıda kalabalığın arasında. ben şuna bir
        sorayım."
     -"Oğluuuuum,evladım bir bak bakıyım."
     -"Buyur anne."
     -"Evladım kim hasta?"
     -"Zakiranım anne,durumu çok ağırmış,öyle diyorlar."
     -"Zakiranım kim miş evladım?"
     - Hani şu kasabın üstündeki dairede ,kızı ve torunuyla oturan yaşlı teyze var ya!..."
     -"Ayyyy! o mu? tüh, tüh, tüh, çok üzüldüm inanki. Çok etkilendim ya."
     -"Tanışıyormuydunuz annecim?"
     -"Yok oğlum ama karşıdan devamlı görüyorduk birbirimiz.Çok sakin ve iyi bir  
      hanıma benziyordu"
     -"Şimdi  Allah var çok asil insandı."
     -İnşallah kurtulur.Hastaneden çıkabilirse, mutlaka geçmiş olsuna gitmeyi
      düşünüyorum.
     -"Çok üzüldüm,zavallı kadın."
    

        *                           *                               *


     -"Anne karşıdaki üç nesillerin camına demin tanımadığım bir adam kocaman bir
        KİRALIK ilanı astı."
     -"Yaaaa! vah,vah,vah! Zakiranım vefat etti o zaman.Çok kötü oldu.İyi bir insanmış.
       Ben bugün onlara eren yemeği götüreceğim.Artık tanışmak için geç bile kaldık."
     -"Bencede iyi olur anne. Nede olsa iki senedir şu mahalledeki tek komşumuz
       sayılırlar.

       *                            *                               *                               

     -"Geç kaldık, hemde çok geç kaldık çocuklar. Zakiranım hemen o gün ambulasında
        vefat etmiş.
        Bügün sabahtan evi boşaltmışlar nereye taşındıklarını mahallede kimse
        bilmiyormuş."
     -"BİLİYORMUSUNUZ çocuklar ben bu mahalleyi hiç sevmedim.
     -"Bence de haklısın anne."
     -"İnsan bu şehirde yalnızlaşıyor."
     -"Ne yapalım oğlum yeni insanlık düzeni bu!....
     -"Mecburen bizde uyucaz."


       SON

       Hakan Kırbaş
  

   
      

28 Ağustos 2012 Salı

EŞŞEK ŞAKASI

BAZEN ÇOK İYİ NİYETLE VE ÇOK GÜZEL BAŞLAYAN GİRİŞİMLER ÇOK KÖTÜ VE İSTENMEYEN ŞEKİLDE SONLANABİLİR.

             Hayatımızda öyle anlar vardır ki çok mutlu, çok neşeli çok huzurlu bir ortam birdenbire, kimse ne olduğunu anlamadan bir karabasana dönüverir. Bazen bu karabasan hiç bir zarar gelmeden başladığı gibi biter. Bazende bu karabasandan çok korkunç sonuçlar çıkabilir.
             Ben böyle bir durumdan kıl payı kurtuldum. Hemde çocukken. Teyzemin ortanca kızı olan Sabiha abla daha yeni evli. Eşinin adı da İsmail. İsmail ağabey de kendisi gibi Uşak ta lise öğretmenliği yapıyor.
             Daha sonraları istifa ederek özel çalışmaya başladı. Birde bebekleri oldu. Adını Özgür koydular.
    "ÖZGÜR DOĞAN". Yıllar, yıllar sonra biz Ayvalık ta ikamet ederken, bir gün telefon çaldı. Sesinden hemen tanıdım. Bizim Özgür. Sevindim, birbirimize hal, hatır sorduk. Evlenmiş, İzmir ALİ AĞA'da TÜPRAŞ RAFİNERİSİ' nde çalışmaya başlamış, ekonomik durumları son derece iyiymiş, iki tane çocukları olmuş, mutlularmış. Hayatından son derece memnun olduğu, sesinin mutluluktan, telefonda, çın, çın çınlamasından belliydi.
            Benim bildiğim Özgür dal gibi ince, uzun, daima güler yüzlü, esprili ve zeki bir çocuk, bir gençti. Biliyormusunuz, anılarda eski tanıdıklar hiç yaşlanmıyorlar. Biz onları hep son gördüğümüz halleriyle hatırlarız. Bende sevgili Özgürü yıllar önceki haliyle gözümde canlandırırdım.
            Bize ziyarete gelmek istediğini söyledi. Buyurun dedim. Bir pazar sabahı ziyaretimize geldiler. Kapı çaldı, açtım, aşağıdan çalmışlar. Merdivenlerden yukarıya biri çıkıyor ama, ilk bakışta çıkaramadım. Dev gibi birisi. Benim bildiğim Özgür uzun boylu, ince yapılı bir delikanlıydı. Bu gelen nerede ise yüz elli, yüz altmış kilo ağırlığında 1.90 boylarında hakiki bir dev.
    -"Ne olmuşsun, sen böyle oğlum? " diye sordum.
    -"Ne yapayım Hakan ağabey " dedi."Elimde değil çok iştahlıyım."
    -"Sıhhatin nasıl ?" diye sordum tekrar;
    -"Çok iyiyim" dedi, gerçekten çok yiğit bir adam olmuş, Allah bağışlasın. Hala çok güleryüzlü, saygılı. Bizim  her zamanki Özgürümüz.
            Epey hasret giderdik, eşlerimizi tanıştırdık, eskilerden, yenilerden, derelerden, tepelerden geç saatlere kadar, sohbet ettik, yedik, içtik, gülüştük.
            İşte ben bu dev gibi adamı, bu çoluk, çocuk sahibi genç babayı, daha kundaktayken, öldürüyordum nerdeyse. Allah ikimizede acıdı, ikimizde kurtulduk.
            Aslında, bütün mesele o zamanlar çiçeği burnunda bir baba, bir damat olan, İsmail ağabeyden kaynaklandı. Ama benim başıma patladı. İsmail ağbi, yani damat, sağlıklı, neşeli, esprili, bir adam. Herkes onu seviyor ve hepimizde saygıda kusur etmiyoruz.
            O da aileye karşı çok kibar, saygılı, benimlede çocuk olmama rağmen arkadaş gibi oldu. Ali ağbi ile beraber, benide adamdan sayıyorlar, ali ağbi, İsmail ağbi ve ben bir üçlü olduk.
             Bir ramazan ayı. Bayanlar o sene her zamanki gibi teyzemlerde değil mahalledeki bir başka evde teravih namazlaını kılıyorlar. Namazdan sonrada çaylar, kahveler derken, saat taaa 12 de bazende 1 de  eve dönüyorlar. Başlarında teyzem ve annem olduğu için, zaten bizim sokağımızdan da dışarıya çıkmadıkları için kimse merak etmiyor
             Gene bir akşam evin bayanları topluca teraviye gittiler. Teyzem, annem, Emine abla, Sabiha abla, Suna abla, benim ablam, ayıptır benzetmesi sürü gibi. Ama o gece bizim farkında olmadığımız yani ailenin erkeklerinin farkında olmadığı bir değişiklik olmuş. Zaten bizi bu değişiklik yakacaktı az kalsın.
             Gittikleri evin sahibesi, yeni bebeği görmek istemiş, Sabiha abladan getirmesini rica etmiş. Sabiha ablada bu bayanı kıramadığından Özgür ü almış, götürmüş. Bu arada bizde evde bekle, bekle sıkıldık.
     Dedim ya, İsmail ağbi biraz esprili, şakacı bir insan. Aklına bir şey gelmiş, bana döndü,"Hakan" dedi,
     "Gel şunlara bir şaka yapalım". Ben ne diyebiirim ki!... "Olur" dedim. Gitti bir çarşaf getirdi. Benim üstüme geçirdi. Bildiğimiz en eski hayalet numarası. Bunu kimse yutmaz ama İsmail ağbi ye hayır diyemedik. Beni aldı, apartmanın merdiven boşluğunda iki kat arasında genişce bir sahanlık var, oraya sakladı.
     Numaramızda şu: Tam onlar altaki katı dönüp, bizim evin olduğu kata çıkarlarken, ben önlerine fırlayıp aniden bağırarak, hoplayıp, zıplayarak, güya onları korkutacağım. Ama hiç kimsenin bu numaranın işleyeceğine inancı yok.
             Ben başladım beklemeye, derken bir tabur asker geliyormuş gibi ayak sesleri duyuldu. Konuşarak gülüşerek, gümbür, gümbür geliyorlar. Bende üstüme düşen vazifeyi başarıyla yapmak için bütün ciddiyetimle ve dikkatimle köşeye iyice saklandım.
   
             Şimdi!... şu Allahın işine bakın! ben o gece arka, arkaya iki çok  kötü şanssızlık yaşamışım.
Birincisi: bizim katın sahanlığının ampulü o gece bozulmuş. İşe bak yani! olacak şey mi? Ortalık sanki özel olarak ayarlanmış gibi, loş bir ortama dönmüş. İkincisi ve daha beteri ise şu: Bayanların o geceki namaz sonrası dedikodu konusu, Uşak ta türeyen ve geceleri bir şekilde dışarıda olmak zorunda kalan bayanlara saldıran bir sapığın duyulması. Konuştukça konuyu abarta, abarta kendilerini iyice doldurmuşlar. Baştan iyice korkmuşlar zaten.
             Ben bana öğretildiği gibi kadınlar tam alt katın sahanlığını geçip bizim katın merdivenlerini çıkmaya başlayınca önlerine atladım.




             İşte o anda hiç kimsenin ummadığı bir şey oldu.  Hiç kimsenin beklemediği bir şekilde tüm bayanlar
     hepsi birden, bir ağızdan nasıl bir çığlık attılar ama anca o kadar olur yani. Birde susmuyorlar, attıkları çığlıklar saniyelerce artarak devam ediyor. Bu kadar etkileneceklerini, bu kadar çılgın gibi korkarak avaz, avaz bağıracaklarını hiç kimse, ama hiç kimse önceden tahmin edemezdi. Çığlıklarını duyanlar korkudan çıldırdıklarını sanabilir. Öyle bağırıyorlar. Merdivenlere oturanlar, kendilerini atıverenler, ne isterseniz var.
     Bu hali görünce benimde korkudan aklım çıkacaktı nerdeyse. Ben onlardan daha fazla dehşete kapıldım.
     Ne yapacağımı bilemedim. Karşılarında dondum kaldım. Ben orda dikelip kalınca attıkları çığlıklar kesilmediği gibi artarak devam etti.
             Sabiha ablanın eli, ayağı titriyor. Özgürü elinden attı, atacak. Kollarının yavaş, yavaş gevşediğini göre biliyorum. Birşeyler söylemek, onu uyarmak istiyorum, sesim çıkmıyor, kımıldayamıyorum, katıldım kaldım.
     Bebek yavaş, yavaş kollarının arasından kayıyor. Merdivenlere düştüğü anda işin rengi, çok çirkin bir şekilde değişebilir. Ölmese bile mutlaka sakat kalır.
             Yinede tecrübe işte, teyzem benim gözlerimi Özgür e diktiğimi nasıl olduysa bir an farketti. Bakışlarımı takip etti. Birde gördüki bebek beyninin üstüne düştü, düşecek.
              Nasıl kartal gibi atladıysa, belkide Sabiha abla nın artık ellerinin tutmadığı anda, bebeği ellerine alıverdi. Özgür kurtulmuştu. İşin garibi bu anda bile hep beraber hiç susmadan çığlık atmaya devam ediyorlardı.
             Allahım!.... Bu ne tepki yahu!... Bunu hiç kimse tahmin edemezdi.
             Ben o anda gevşedim. Beynim vücuduma katıl kal, emrini kaldırdı. Birazda aklım başıma geldi. Aşağı doğru sokağa kaçamam, önüm tıkalı. Tek çare yukarıya kaçmak, birden fırladım, beş katlı binayı uçarak çıktım. Büyük bir terasları vardı teyzemgilin. Korkudan ölücem artık. Aklım başıma geldikçe, durumumun farkına varıyor, iyice panikliyorum. Biliyorumki ihale bana kalacak. Çarşafı çıkarıp attığım gibi, Gittim terasda bacaların arasına saklandım.
             Haaaa! Bu arada İsmail ağbi ortadan kayboldu. Beni çok hayal kırıklığına uğrattı.Ben bu işin sonunda gülüşmeler içinde biteceğini sanırken, iş bir korku filmine döndü. Ortada İsmail ağbide yok, o da işin bu  kadar değişeceğini ummadığı için, baktı ki olaylar kontrolden çıktı, ortadan yok oluverdi. Ben kaldım tek başıma.
             Sonradan anlatıyorlar, ilk çığlıklar o kadar şiddetli olmuş ki mahallede ki bütün evlerin ışıkları yanmış, insanlar dışarıya çıkmış. En alt katta teyzemlerin kiracısı bir komiser oturuyordu, adam yataktan fırladığıyla beylik tabancasını çekmiş, koşturmuş gelmiş. Sokaktaki bazı komşular kimi bir odun kapmış, kimi soba
     demirini almış, koşturan gelmiş. Bizim teyzemlerin apartmanın merdivenleri insanlarla dolmuş.
             Kimse böyle bir zırzopluk beklemediği için kimi Alaaddin amca aniden öldü zannetmiş, kimi kadınlara bir yabancı saldırdı zannetmiş, kimi bir kaza oldu, biri ağır yaralandı zannetmiş. Her kafadan bir ses, soranlar, bağıranlar, yorum yapanlar, bizim apartman boşluğu trabzanlar, sahanlıklar bir iki saate yakın panayır yerine dönmüş. Taaa neden sonra durum biraz anlaşılınca bu kalabalık dahada büyük bir öfke ile homurdana, homurdana dağılmış.

             Bana gelince;
             Ben o geceyi açıkta, yıldızların altında, terasta geçirdim. Ertesi gün artık Hacıdedemlere değil Uşak ın öbür başındaki, halamın Şehitler Mahallesi ndeki evine kaçtım. Tabi benim nerde olduğumu biliyorlar ama ders olsun diye kimse arayıp, sormuyor. Ben üç, dört gün kadar halamda yattım, kalktım. Olay daha sonra anlaşılınca İsmail ağbinin kredisi epeyce sarsıldı. Sebiha abla sesini çıkarmamış ama İsmail ağbiye çok kızmış, kırılmış. Eski ortamların oluşması baya uzun zaman aldı. Uzun bir süre herkesin tadı, tuzu kaçtı. Bu olayın anılara gömülüp unutulması çok zor oldu. hiç kimsede bu şakaya!.... ne o zaman, nede sonraları hatırladıkça gülmedi.

Yazan: Hakan KIRBAŞ
İletişim için e-posta: kirbashaakan@gmail.com

27 Ağustos 2012 Pazartesi

UŞAK KAF DAĞININ ARDINDAKİ MASAL DİYARI.(BÖLÜM 5)

    

                BÖLÜM 5:DÜĞÜN YEMEKLERİ


         Uşak ta belkide rakipsiz ,en önemli en büyük toplumsal aktivite düğünlerdir.Düğünlerinde
      en önemli kısmı yemek verilmesi kısmıdır.
          Ben Uşak ta hiç sokaklarda,meydanlarda yani açıkta düğün tertip edildiğini görmedimde
      duymadımda.Zengin olsun,fakir olsun ilerici modern olsun,yada koyu mutaassıp olsun,farket
      mez.Düğünler ya evde yapılır,yada salonlarda veya mevsimine göre yazlık sinemalarda.Daha
      çokta bir düğün iki bölüm halinde yapılır.Herkes, çoğunluklada ihtiyarlar gece,çalgılı,çengili
      eğlenceye gelmekten hoşlanmayabilir.Yaşlılar gündüz mevlüt ve duasına çağrılır.Arkasından
      herkese açık yemek verilir.Tabi bunu biraz hali,vakti yerinde olanlar yapar.Bu herkese açık
      sözünü biraz açmam lazım.
          Düğün yemeği verilecek evin içi düzenlenir.Odalar,salonlar sofalar boşaltılır.Eşyaların bir
      kısmı geçici olarak konu,komşunun evlerindeki boş ve müsait yerlere yığılır.Evin odaları sa
      lonları ve açılan diğer boşluklar kaç tane meydan sinisi alabilecekse her boşluğa bir meydan
      sinisi konur.Yani onların her biri bir sofra olur.Hiç olmazsa bir düğün evinin içinde yedi,se
      kiz sofra olur.Bu arada düğün sahibinin gücüne göre beş,altı,yedi,hatta sekiz küçükbaş veya
      bir,iki tane büyükbaş hayvan kesilir.Burda konuyu bilerek biraz saptırayım:Çoğu insan sko
      lastik bir sabit fikirle keçi etini beğenmez yemez.Genelliklede mazeret olarak keçi etinin kok
      tuğunu söylerler.Oysa bende ailemde keçi etini severiz. Bilen bilir keçinin erkeği,ki biz ona
      erkeç deriz;tüm etlerden lezzetli olur.Bununda sebebi erkeç, koyun veya dana gibi ağılı bekle
      mez.Dağlarda yabani kekik yiyerek beslenir.Kekikle beslenmiş bir hayvanın etinin tadına
      doyum olmaz.Sadece eti değil peyniride harika olur.Bu yüzden Uşak lı senelik peynirini Uşak
      daki peynir pazarından toptan alırken illaki keçi peyniri arar.Keçi peynirinin rayiç fiatı her
      zaman koyun ve inek peynirinin fiatının nerdeyse iki katı olur.
          Gelelim düğün yemeklerine;
          Mahallenin tüm kadınları ve tüm akraba kadınlar birleşir.Genellikle bahçede büyük yemek
      kazanları içinde artık miktarını tahmin edemeyeceğim kadar çok yemekler yapılır.Yemeği ka
      zanlarda yapmak ayrı bir hünerdir.Onu her kadın yapamaz.Etin,pilavın,çorbanın lezzetini,aya
      rını tutturmak kazanla yapınca çok zordur.Tencerede pişirmeye benzemez.Bunun ustaları var
      dır.Dediklerine göre (ben hiç şahit olmadım ama!) Hacıannem gerçek bir kazan yemeği usta
      sıymış.Tabiki gençliğinde.Daha sonra şeker hastası olupta köşesine çekilince hiç bir şey yapa
      maz oldu.Düğün evinin kapısı bir yada iki gün hiç kapanmaz.Yemeğe davetli,yada davetsiz
      diye bir kavram yoktur.Duyan,gören,yoldan geçen,canı isteyen,tanısın,tanımasın herkes gelip
      o sofralarda boş bulduğu yere oturur.Canı istediği kadar yer ve karnı doyunca ev sahibine(dü
      ğün sahibine) hayır dua eder,tebrik eder ve oyalanmadan ayakkabılarını giyer,gider.Onun boşalt
      tığı yere bir başkası gelir oturur.O sofralara büyük bir titizlikle hiç bekletilmeden sürekli ye
      mek taşınır.Bu sofralar tabiki yer sofralarıdır.
         Her sininin etrafına yere bağdaş kurularak oturulur.Genel olarak herkesin bir namaz kılma
      alışkanlığı,en azından bir namaz kılma kültürü olduğu için bu şekilde saatlerce oturabilirler
      hiçde rahatsız olmazlar.Ben dizlerim alışkın olmadığından bağdaş kurup otururdum.Genellik
      le yabancı olduğum için bana sesleri çıkmazdı.
        Gelelim o yemeklerin lezzetine!...
      Bir anket yapılsa o yemeklerdeki zevk ve lezzet;bütün Uşak lı ve o yemeklerden yemiş yaban
      cılar tarafından yüzde yüz rakipsiz çıkar.Hepsininde (mükemmel lezzetli,üstüne tanımıyorum)
      diyeceği garantidir.
      Gerçekten böyle bir lezzet olamaz değerli okuyucular.
         Yazımı enteresanlaştırmak için kasıtlı olarak abartıyor değilim.Lütfen inanın.!...Babamda,
      bende,ablamda,annemde,sülalemizdeki herkesde bu düğün yemeklerini o kadar severlerki
      bir yerde düğün yemeği verildiğini duyanlar hayatta kaçırmazlardı.
         Aynı şeyleri yüzlerce kere,üstelik aşağı,yukarı aynı kadınların elinden evde yediğin halde
      illada o düğünlerdeki ortadan yenen ,tek bir büyük yemek tasının içine kaşık salladığın yemek
      lerin lezzetinin,tadının zevkini alamazsın.Herkes aynı fikirdedir.Düğün yemeği başka bir şey
      dir.Üstelik menü de bütün Uşak ta klasiktir,değişmez.

         Önce düğün çorbası gelir.Bu bildiğimiz et suyuyla yapılan,bol tereyağlı,üzerine nane,kırmızı
      biber ekilmiş pirinç çorbasıdır.Ama ne lezzetli gelir insana.Ben düğün yemeklerinde,en çok
      ilk önce gelen bu çorbayı severdim.Hiç bitmesin isterdim.Aynı çorba evde yapılır,çoğu zaman
      içmem.

        Sonra sırada et vardır.Bu etin lezzetini anlatmanın,tarif etmenin mümkünü olmaz.Et yemeği
      ortaya konduğunda biraz yemek nezaketi gevşetilir.Biz Uşak ta normal kuşbaşından büyük,
      yağsız,irice parçalara (karadoğram) tabir ederiz.Sofradaki herkes en az üç,dört parça karadoğ
      ram ı tabiri caizse götürmeye çalışır.Oburluğu tüm şehirde meşhur olmuş tipler vardır.Bunlar
      karadoğramları nerdeyse hiç çiğnemeden lüp,lüp atarlar.Zaten genellikle et sahanı üç,dört
      kere doldurulur.

        Şaşmaz bir şekilde sırada bamya vardır.Tüm yemeklerin içinde en çok bu bamya nın varlığı
     benim için her zaman soru işareti olmuştur.Niçin o kadar sebzenin içinde bamya?Fakat o da
     çok lezzetli olur.Et suyu,bol tereyağı,Uşak salçası derken asla dışarıda yediğiniz bamyalara
     benzemez.

       Sıra pilava gelir.Şimdi sevgili okuyucularım pilavı biraz detaylı anlatmak istiyorum.Ben hiç
     bir düğün yemeğinde anormal bir hal,ne bileyim,değişik bir yeme şekli falan görmedim.Ama
     anlatılanlara bakılırsa daha önceki düğün yemekleri döneminde durum biraz değişikmiş.Ben
     bunda birazda zaman içerisinde kulaktan kulağa yayılan anonim bir mizah ,bir toplumsal espri
     havasıda sezinliyorum.Anlatıla,anlatıla gittikçe büyüyen bir espri,sonradan katılan abartılar,
     dinleyenler daha çok gülsünler diye konuya herkesin kendine göre yaptığı ilaveler bunun hep
     bir parçası gibi geliyor bana.Ama işe yaramış yalan yada gerçek bir pilav yeme güldürüsü
     çıkmış ortaya.
       Şimdi Uşağın meşhur oburları olduğunu söylemiştik.Bu şahısların pilav yiyişleride tabiki
     kendilerine göre.Bunlardan birinin klasik hareketlerinden biri şu:Bu şahıs sıra pilava gelince
     kuşağından kendi pilav kaşığını çıkarırmış.Bu kaşık herhalde özel yaptırılmış olmalı ki birbu
     çuk kaşık veya daha fazla kapasiteye sahipmiş.Bu adam önce pilav yığınına kaşığının içiyle
     kuvvetlice bastırır,oraya kalıp gibi bir tepe yaparmış.Sonra tam o pilav tepesinin altına bu defa
     kaşığını normal bir daldırışla sokar ,hem alttan hem üstten kaşığında oluşmuş pilav yığınını
     ağzına attığı gibi hiç çiğnemeden gürp yutarmış.Zaten bu tarzda iki,üç kaşık!.... yediğinde
     pilav bitermiş.Artık herkes kaşıkları bırakır bu şahsı seyretmeye başlarlarmış.Ev sahibide
     olayı bildiğinden pilav sahanı sofraya gider,gider gelirmiş.Bu adam daha sonra (bizim tabirimiz
     le) biraz kabalayınca,yani biraz karnı doyar gibi olduğunda kaşığıyla pilav yığınını ittirip
     en alttan pilavın en yağlı kısmını kaşıklamaya başlarmış.Tabi bu tempo ile adamın önüne dü
     şen kısım biraz sonra boşalıp sahanın dibi göründüğünden adam o muhteşem kaşığı ile bu pilavın
     yağını bir dağıtalım arkadaşlar deyip sahanda bir düzenleme çekermiş önü tekrar pilav yığınıyla
     dolarmış.Sonra aynen devam.Bu şahıs pilav üstüne bir sözlü kültür bile oluşturmuş.Onun lafla
     rından biri şudur:ÇORBANIN ÜSTÜNDEN AL,PİLAVIN DİBİNE SAL.Ne yalan söyleyeyim
     ben,böyle birisini sofra başında seyretmeyi çok isterdim.
     Ve,en son helva gelir.İrmik helvası bu kadar mı güzel yapılır bilmiyorum!....
     Genç kızlar,gelinler,varsa,evin genç oğlanları son derece becerikli garsonlar gibi,bu sofralara her an
     hizmet sunarlar.Ekmekler kesilir,getirilir,boşalan sular sürekli doldurulur,çatal kaşıklar yenilenir.Yemek
     sahanları boşaldıkça,isteğe göre ya yeniden doldurulur,getirilir,yada yeni yemek doldurulup geti
     rilir.
     Bu esnada da eline ayağına çabuk,hızlı,becerikli kadınlardan oluşan bir gurup mutfakta,kelimenin
     tam anlamı ile"arı gibi" çalışırlar.

    Sürekli bulaşıklar yıkanır,kaplara yemekler doldurulur,boşalan sürahiler,tuzluklar,biberlikler,dolduru
    lur,ekmekler kesilir ve bütün bu işler hiç bir menfaat gözetilmeden tamamen Allah rızası için yapılır.
      Hatta,bir arada yapılan bu eylemden zevk alırlar.

      Hep hoşuma gitmiştir.Türk toplumunda,daha çokta Anadolu da ki bu özellik Türk halkına müthiş bir
   güç ve kudret verir.Dar zamanlarda,zor zamanlarda,türkler birbirlerini tanısınlar,tanımasınlar,dargın ol
   sunlar,olmasınlar,herşey bir kenara konur,insanlar bir araya elir,bir yardımlaşma,dayanışma başlar.Her
   kesin her işi ne kadar zor olursa olsun kolaycacık hallediliverir.Zaten bu geleneğe kültürümüzde"İMECE"
   denir.
   Düğünlerde,ölümlerde,afetlerde,kıtlıklarda,salgınlarda,savaşlarda Muhteşem Anadolu insanı,tek bir çe
   lik yumruk oluverir.Böyle bir gücü ezmenin,yenmenin,yok etmenin imkanı yoktur.
 
   Geçenlerde televizyonda bir haber izledim.Hem memnun oldum,hem ağlayacak gibi oldum,hem güldüm
   karmakarışık duygular içinde bocaladım kaldım.
   İstanbul un en büyük otobüs garı bir toptancı haline dönmüş.Spiker,sadece türk halkına ait olan bu
   enteresan durumu gülerek anlatıyordu.
   Her yer ama her yer çuval,çuval,koli,koli,sepet,sepet yiyecek ve erzak balyaları ile çaka,çaka dolu.
   Otobüsler,acentaların içleri,bekleme salonları,yollar,taksilerin içleri,bagajları,kamyonların,kamyonetlerin
   kasaları, her yer yığın,yığın gıda maddeleri ve erzak.
   Bu ne yahu!... diyeceksiniz!...
   Olay şu; Ekonomik zorluklardan,darlıklardan dolayı İstanbul da yaşayıp ta geçim sıkıntısı çeken vatandaş
   larımıza,kendi yerel bölgelerinden köylerden,kasabalardan,mezralardan,güneyden,batıdan,doğudan,
   karadenizden,akrabaları,anneleri,babaları,kardeşleri,uzak,yakın tanıdıkları,tarafından yardım amaçlı
   yiyecek ve erzak gönderiliyormuş.Böylece İstanbul daki tanıdıklarına inanılmaz bir destek veriyorlar.

     Böyle bir şey eminim Türkiye den başka bir yerde mümkün olamaz.Uşak ta çok iddialı konuşuyorum;
   hiç kimsenin,cenazesi ortada kalmaz.Ne kadar fakir,garip,kimsesiz,düşkün ve yalnız olursa olsun,mutla
   ka her kes koşar gelir.Zaten her kes herkesi tanır,bilir.Aynen zengin ve birçok yakını olan bir insanın
   cenazesi  nasıl kaldırılıyorsa onunkide ayni şekilde kaldırılır.Yıkanır,kefenlenir,namazı kılınır ve belediye
   mezarlığında yeri belli olacak bir şekilde,numara,ada,parsel kayıtları tesbit edilmiş olarak gömülür.
   Bütün bu işler için,ne sağlık hizmetlerine (Cenazeyi muayene edip,defin ruhsatı veren doktora) ne de
   belediyeye bir kuruş ödenmez.

   Neyse!...Lafı dağıttık.
   Gelelim düğün yemeklerine.Yemek bittiği zaman o evin içi doğal olarak,savaş alanına dönmüş olacağı
   için,o evin eski haline getirilmesi tek başına ev sahibinin yapacağı bir şey değildir.
   Tekrar bir imece başlar.Dört koldan yıkanır,temizlenir,toplanır,düzenlenir ve ilk haline getirilir.

   Ara,ara ailecek toplanmışsak, hele,helede sofra başındaysak,genellikle lafın bir yerinde konu,eski
   Uşak da ki düğün yemeklerine gelir.Hepimizin gözleri dolu,dolu olur.O zamanları hasretle ve özlemle
   anarız.Bir nostalji rüzgarı eser.
   Niye nostalji dedim?...

  Çünkü geçen zamanla beraber bu adette bitti de ondan.
  Şimdi yer sofralarında,tek bir büyük sahanın içinden,herkesin aynı yemeğe kaşık salladığı ve yere otur
  duğu,bir yemek vermeye kalksan,bir tane misafir bulamazsın.Kimse,bu şekilde bir yemek yemeyi kabul
  etmez.
  Kimse ,kazanda yemek pişirmez.Bin türlü teknolojik mutfak aletinin olduğu bu devirde,bahçede kazan
  çatıcam desen adama gülerler.Haaaa! Yardımlaşma hala var.O bir gelenektir,değişmez.Ama o ritüel
  bitti.

  İşte,bu yüzden bu diziye "KAF DAĞININ ARDINDAKİ MASAL DİYARI" adını koydum.
  Bu günün masalları, o günün gerçekleri.
  Ben o günlerin inanılmaz gerçeklerini bütün samimiyetimle size,sizlere aktarmaya uğraşıyorum.
   
          Sevgilerimle;

               Hakan Kırbaş



26 Ağustos 2012 Pazar

FACE BOOK VE TWİTT DENEN ZAMAZİNGO ÜSTÜNE




        Bu yazıyı yazayımmı? yazmayayımmı ? diye uzun,uzun düşündüm. Önce Oğlum Hakan
    dedim, sen kendi kendini madara etmeğe çokmu meraklısın? Yada kullandığın ilaçlar, çektiğin hastalıklar seni ufak tertip manyaklaştırmayamı başladı? Hiç insan kendi zayıflıklarını acizliklerini kamuya açık edermi?
        Sonrada düşündümkü ben hayatta kendimle barışık olmamla daima gurur duymuş bir  insanım. Neysem oyum, her insan gibi, elbette benimde zayıflıklarım acizliklerim olacak. Bundan zerre kadar yüksünmediğimi fark ettim.
          Bana bu kadar duygusal kelamlar ettiren konu ise şu:
         Abi! ben bu internetdeki facebook ve twitter denen zamazingolardan zerre kadar anlamıyorum. Ne yapacağımı şaşırdım kaldım. Yeğenim Orkun sanki bana ceza olması için facebook,  twitter, e-mail, g-mail, blog ne varsa adıma birer tane açtı. Tümünün şifrelerini, giriş kodlarını, bilgisayardaki açılış şekillerini üşenmeden bir kağıda altalta sırayla, düzgünce yazdı. Elime verdi ve İzmire gitti.
        Ben kaldımmı elimde birsayfa ne olduğunu anlamadığım, kaptan karasakalın define haritası gibi bir kağıtla.
    Titizlikle saklıyorum ama sadece o kadar. Başka hiç bir fonksiyonu yok benim için. Ara, ara kutsal bir metin açar gibi huşu ile açıyorum, bakıyorum, bakıyorum, bakıyorum eeeee!.. Hepsi o kadar, tekrar bakıyorum. Sanskritçe yada sümerce bir metin gibi bana hiç bir anlam ifade etmiyor. Yaaa! bir kelimesini çözebilsem belki gerisini uğraşa, uğraşa çözebileceğim.
       Zekama olan özgüvenim sarsılmaya başladı.
       Geçen gün Hatice yanıma geldi dereden, tepeden,çocuklardan, bizim evden, akrabalardan, onun işlerinden uzun, uzun bahsettik. sohbet ettik.
       Sonra bir ara bana merakla sordu: Ya!Hakan dedi E-mail deki mesajlar birikmiş gitmiş, g-mailine bir sürü yazı gelmiş, Face de twitt de sana arkadaşlık teklif edip sırada bekliyenler var neden hiç bir şey yapmıyorsun ?.
        Hay! Allah böyle bir soruyu hiç beklemediğimden dağıldım. Yarabbim ben şimdi ne cevap vereyim.Öhöm! dedim. Tatlım şu aralar o kadar  yoğunumki fırsat bulamıyorum. Aile içinde benim tüm şifrelerimi, pin kodlarımı, bankaların kredi kartı numaralarımı, şifrelerimi, bilgisayarla ilgili ne kadar gizli kalması, benden başkasının bilmemesi gerekli bilgilerim varsa hepsini, herkes bilirbir tek ben bilmem.
        İşin şöylede ironik bir  tarafı da var. Ben yıllarca taaa ortaokul yıllarımdan beri ailenin elektronikçisi geçinirim. Yalanda değil. Yıllarca ses düzenleri, anfiler, kabinler yapmış, hatta son zamanlarda işi bilgisayara bile döküp, TANGO, EAGLE, BOARDCARD, ASES, İRİS gibi otomatik baskı devre programlarını, otomatik devre şeması çizim programlarını bilgisayarımda kullanmaya başlamış bir insanım.
        Ama gel gör iş bu zamazingolara gelince beynim hafta sonu tatiline giriyor. Allahım çıldıracam
    yaaa!...
        Neyseki zekam azar, azar azalsa bile kurnazlığım vefalı çıktı, benle bir süre daha geçirmeye karar vermiş.
         Hemen o anda aklıma geliverdi Hatice ye TATLIM dedim Dilara ya söyle ne yapılması gerekiyorsa o yapsın. Arkadaşlık önerenlere baksın, kabul edilecekleri kabul etsin, e-maillerime cevap versin işte ne yapılacaksa ben ona izin veriyorum sanki benmişim gibi gerekli olanı yapsın, ben daha sonra tek, tek kontrol ederim.
    Yalanını yiyim OĞLUM HAKAN.
    Ne anlıyonda neyi kontrol edecen len!....
   

   Daha ne kadar idare ederim ortalığı bilmiyorum. Sinirlerim gevşemeye başladı artık. Eeeeee! İnsanlar yaşlanıyorlarmış, elli, iki yaşında birden bire bunu farketmek ne kadar acı geliyor insana anlatamam sevgili okuyucularım.
      İçin, için Orkunada kızmaya başlıyorum.Yaaaa! Arkadaş ne güzel işte, bir paket, kırtasiyeden alınmış mis gibi A-4 kağıdı ve bir deste kurşun kalemin nesi vardı? Başıma bunları sardınız.
   Ben 52 yaşından sonra yazı mı yazayım bilgisayar master ımı yapayım?


    Şu aralar bilgisayara bakıp, bakıp bunaldıkça Allah gani. gani rahmet eylesin Babaanne mi düşünüyorum hep. Nur içinde yatsın onuda telefon çıldırtırdı. Hele evde tek başına iken o telefonun zili çalmayagörsün, alenen bunalıma girerdi zavallı kadın. Önce uzun, uzun telefonun başında gıyabında bir posta arayan şahıs kalaylanırdı. Sonra bu lanet makineyi almaya karar veren, parasını ödeyen, getirip eve kuran, hatta zaman zaman icat eden (düşünün artık: Graham BELL bile bu fırça kokteylinden nasibini alıyor) en son olarakta kendisini evde bu korkunç makine ile yalnız bırakıp giden (ki bundan çoğu zaman annem kastedilirdi) sırayla ve düzgünce kalaylanırdı
       Hala çalmaya devam ediliyorsa mecburen açılır, önce ne tarafı kulağa, ne tarafı ağıza gelecek ( Ahizenin ) uzun, uzun ayarlanır. Tabi bin türlü beddua eşliğinde ve en sondada telefondakinin konuşmasına meydan verilmeden sıkı bir azara tabi tutulur.(Hiç unutamam azarının metnide aşağı yukarı şöyleydi):
        "Sen ne demeye ben evde yalnızkene bu meytambalı (Meytambal:Uşak şivesinde kullanılan bir sözcük anlamı beytül mal yani eski osmanlıca devlet malı ama Uşaklılar arasında ALLAHIN CEZASI anlamında kullanılır.)  çaldırıveyon haa!.. Zangolümünden gidesice!..."
      Denir ve telefon Çaaat yüzüne kapatılır. Allahtan arayanlar bunun babaannem olduğunu çoğunlukla bilirlerdi. (Zangolümü: Zang ölümü yani kalp krizi)


     Hissediyorum sevgili okuyucularım:
    
     Bilgisayarın başındayken birgün bana e-mail,veya g-mail gönderen birine babaannemim duası eşliğinde!.... sıkı bir azar yazıp en sonundada Zangolümünden gidesice diyerek kapat düğmesine basmama dört bilemedin beş yıl kaldı.
        Allah beterinden saklasın

        Amin

        Hakan Kırbaş
  

25 Ağustos 2012 Cumartesi

ULUS HALİNDE PAZAR BEREKETİ




              -"Yaaaa!  Ne iyi bu cumartesi günü hale geldiğimiz Ali Rıza cım. Hem alacaklarımız vardı, hemde kaç yıldır bu taraflara gelmemiştim. Ben Ankara da en çok Ulus un havasını severim."
 
              - "Ali Rıza sen heykelin ordaki kahvede arkadaşlarınla otururken bende şu hali bir gezeyim istiyorum, hadi sana iyi eğlenceler şeytanın bol olsun. Niyemi? bilmiyormuyum sanki hayatım sen şimdi orda Necmettin beyi görünce bir, iki el 66 atmadan duramazsınız.
 
              -"Aylin sen benle gel kız, kahve köşelerinde ne yapacaksın. Artık büyümeye başladın sana alışverişin inceliklerini öğreteyim."
 
              -"Oh!,oh,oh!... şu peynircilerin,balıkçıların,manavların parlaklığına bak ayol.!...Adeta  mallar ışıldıyor."
 
              -"Kolay gelsin ustacım rafdaki peynirlerin ne kadar güzel görünüyorlar. Hepside pırıl,  pırıl parlıyor, zeytinlerinde harika görünüyorlar Allah pazar bereketi versin"
              -"Sağol ablam benim, beğendiğine memnun oldum, gel, ne istiyorsan bak bakalım, mallarım gerçekten birinci kalitedir."
               -"Bunları böyle sabahın köründe dizmek, ortalığı yıkamak,silmek, çuvalları dışarıya  taşımak için kaçta kalkıp geliyorsun buraya ayol, bravo sana gerçekten. Çok yoruluyor  olmalısın."
              -"Ne yapalım sayın ablacım hayatta hiç bir şey kolay değil. Yorulmadan ekmek yok.
              Piyasa kurtlarla dolu, Tezgahı ne kadar erken açarsan diğer dükkanların bir adım önüne geçebiliyorsun. Evet yoruluyoruz vallahi."
              Haklısın kardeş, erkeklerin kaderi yorulmak. Bizim beyde Anakent belediyesinde esnaf suçları, araştırma ve ceza dairesinde müdür yardımcısıdır. Yetkili olunca biz rahat ederiz
              sandık ne gezeeeeer!... Günde bin esnafa ceza uygulamaktan helak oluyor bizim bey."

             -"Demek sayın ağbimiz esnaf cezalarını tayin eden yetkili haaa!.... Allah kolaylık versin
             - Sayın ağbimize burdan benden saygılarımı iletin lütfen. Sayın ağbimin hoşuna giden ne varsa Allah rızası için söyleyin sayın ağbimize ikramımız olsun."

             -"Anneeeee!.Şişşşştt anne biraz bana doğru eğilirmisin."
             -"Ne var Aylin bak konuşuyorum sözümü bölme."
             -"Yaa! anne!... sen aptallaştınmı yorgunluktan. Neler diyorsun.? Babam belediyede falan çalışmıyorki, Sular İdaresi Etüd İşlerinde memur. Beni korkutuyorsun."
             -"Şu sesini alçalt bakalım önce. Esas beni sen korkutuyorsun. Bu aptallıkla nereye kadar bilmiyorum. Nolurdu, bu kadar babana çekeceğine, azıcıkda bana çekseydin!.
              -"Yaaa! babama çekmekle falan ne alakası var şimdi konuştuğumuzun?"
              -Haklısın kızım,babanlada ,zekaylada hiç bir alakası yok maşallah,Ya Allah beni bu aileye acıdığı için;yardım edeyim diyemi gönderdi ne?..."
              -"Aylin bak ne kadar güzel meyveler var karşı tezgahta,hadi sen şimdi oraya git beğen diklerini aklında tutmağa çalış,ben birazdan geliyorum.

              -"Kardeş lafını böldüm ,kusura bakma çocuk işte şu karşıdaki tezgahdaki meyvelerden  hoşlanmış, illa oraya gidelim dedi tutturdu.
 
              -"Neyse! Sen şurdan bana iki kilo peynir.şu zeytindende iki kilo, Kaşar peynirinden bir çeyrek teker kesiver, Tereyağından üç kalıp ver, Şu ballar hakiki Marmaris çambalı  galiba? Şu en büyük kavanozlar kilolukmu? onlardan da bir tane atıver. Tulum peynirinin iyisini çok sever bizim bey; inanırmısın geçenlerde kızılay Sakaryadaki bir peynircinin kalitesiz tulum sattığını tesbit edip dosyayı bizim beye havale etmişler; adamın ocağını söndürdü. Tam bir ay kapatma cezası verdi."

              -"Ama hakketmiş dimi kardeş?"
              -"Şüphesiz sayın Ablacım Malesef bizim toplumumuzda da böyle kansızlar alçaklar var, ama elden ne gelir."
              -"Eveeeet! bu günlük bu kadar yetiversin artık. Borcum nedir?"
              -"ESTAAFURULLAH MUHTEREM ABLACIM Hiiiiiiii!... borç ne demek?ne kadar ayıp, istirham ederim, sayın ağbimin eşlerinden para almaktan hicap ederim. Maksat ayağınız alışşın, tekrar, tekrar bekleriz. Nede olsa artık tanışdık sayılır. Bunlar benden.
               -"Olurmu öyle şey canım ,soygun yapar gibi!...Bizim bey gururlu adamdır hayatta kabul etmez.Banada dünyanın lafını sayar."
               -"RİCA EDERİM MUHTEREM ABLACIM yaaaaa!neler düşünüyorsun.Biz sayın ağbimize saygımızı bir nebze icra edelim diye uğraşıyoruz. Paranın lafını etmekten utanırım
              vallahi!...
               -"O zaman hakkını helal et .Biz müslüman,mutaassıp bir aileyiz.Helal etmezsen bu poşetleri bırakır giderim.
               -"YERDEN GÖĞE BİRDEN BİNE HELALİ HOŞ OLSUN MUHTEREM ABLACIM MÜDÜR BEY AĞBİMİZEDE SAYGILARIMI İLETİVERİN BİR ZAHMET "
               -"Hadi sana iyi pazarlar  ben şu karşıdaki manav tezgahına geçeyim."
               -"Abla kalbi temiz insanmışsın gerçekten o tezgahta benim biraderin olur. bir dakika lütfen."

                -"KEMAL,KEMAAAAL hemen işi gücü bırak ablama bakıver. aldıkları malları sakın fiatlandırmaya kalkma ver gitsinler.Ben sana sonra anlatırım."


                Akşam saat beş civarı:

               -"ALİ RIZA biz geldik "
               -"Bu ne yahu? Bütün aylığı hale bıraktın geldin galiba?"
               -"Ne münasebet canımın içi ben pazarlık yapmayı iyi bilirim sende biliyorsun ya!...
               Hani nerdeyse bedava aldım bile diyebiliriz!.."
                -"Babacım!"
                -"Söyle güzel kızım."
                -"Babacım sen nerde çalışıyorsun?"
                -Hoppalaaaa! Bu ne biçim soru kızım bu yaşına geldin bilmiyormusun?"
                -"Bu kız beni endişelendiriyor Ali Rıza buna fosfor takviyesi yapmamız lazım. Önümüzdeki hafta Gimat a kuruyemiş toptancılarına gidip bolca ceviz, fındık, badem, kuru üzüm gibi şeyler alalım mutlaka."
                  -"Olur hanımcığım hadi artık geç oldu şimdi hep beraber ve Marş, Marş."



                  SON

                   Hakan KIRBAŞ

              




            

AKŞAM OTURMASI




          -"Aylin git Şükufe teyzenlere haber ver bir maniniz yoksa annemler akşam size oturmaya
             geleceklermiş" de
          -"Anne manileri varmış "
          -"Aaaaa! ne manileri varmış ayol onlar bu mahallede samanlık kedisi gibi yaşarlar.Yoksa
             bu yaştan sonra hııııı?Ay!... tövbe,tövbe!..."
          -"Aylin git Şükufe teyzene sor Sebahat ın büyük kızının evliliğindeki son durumu duymuş
             mu?"
          -"Anne Şükufe teyze hiç bir manimiz yok buyursunlar"dedi
          -"Ay! rahatsız etmeseydik yaaaa!...."
          -"Anne,Şükufe teyze mutlaka gelsinler" dedi.
          -"Eh! Bari, madem ısrarla çağırıyor mecburen gidicez.Şurda kaç yıllık komşuluk hatırımız
             var"
          -"Aylin git Şükufe teyzene söyle öyle dip köşe ikrama kalkışmasın biz geliyoruz diye.Haaa!
             hani şu bütün mahallenin meraktan çatladığı Neriman ın ortanca oğlunun gerçekten
             müyendis mektebini bitirip,bitirmediği meselesi var ya!... İşte onu annem İstanbuldaki ha
             lasının kızından bir iyice öğrenmiş,herşeyi biliyormuş."de
         -"Anne,Şükufe teyze dedi ki;"Aaaaa!... hiç olurmu? zaten kırk yılda bir geliyorsunuz sizi
            krallar gibi ağırlamıycamda kimi ağırlıycam?"
         -"Ah canıııııııımm.!...Şükufecim beni her zaman pek sever bilirim.
         -"O zaman kesinlikle yemekti ,memekti, sakın bak, kendini paralamasın zaten durup,dururken
            bir akşam oturması çıkardı!....Biz biraz yorgunuz ama! gitmemek saygısızlık olur.Aylin
             Şükufe teyzene söyle bugün baban tam durağa giderken Hayrullah beyi durağın ordaki
            kuyumcuya girerken görmüş,ayak üstükonuşmuşlar biraz"
          -"Şükufe teyzenin eşi Hayrullah amcamı?"
          -"Evet,salak kızım benim mahallede başka Hayrullah mı var?"
          -"Anneeee! Şükufe teyze dediki:Bak  Aylin cim aklıma birdenbire ne geldi? Bu akşam yemeği
             Allah ne verdiyse hep beraber bizde yiyelim.Ali Rıza beyin arada bir iki tek atmayı sevdiği
            nide biliriz, beyler kırk yılda bir parlatıversinler artık.Bizde kız,kıza biraz sohbet ederiz an
            larsın ya!..."
           

          -"Hoş geldin Ali Rıza cım tatlım hiç üstünü çıkarma bu gece Şükufe hanımlar bizi nerden
             aklına estiyse yemeğe çeğırmaya karar vermişler.Aslında tesadüfde oldu.Gündüz Nevba
             har hanımın paralı gününe gitmiştim.Vaktin geçtiğini anlayamamışım biraz eve geç geldim.
             Dolayısıyla yemek hazırlayamamıştım.Şu Allahın işine bak,değilmi,tesadüfün böylesi
             yani!...."




           -"Aaaaaaa!Şu olanlara bak kız ayol.Şükufe kocasından boşanıyormuş.Duydunmu?"
           -"Ay!Ne bileyim ben bir gece onlara yemeğe gitmiştik.Çokta iyilerdi ayol,siz,sabaha karşı
             bir kavga,bir kavga,bütün mahalle çın,çın çınlamış,cam,çerçeve sokaklara saçılmış,
           -"Hadiiiiii!... Eeeee sonra?"
           -"Herşey yıldırım gibi olmuş bitmiş,önümüzdeki Cuma duruşmaları varmış."
           -"Ay! yazık kız durup,dururken olurmu ayol.Kız bu işi toparlasan,toparlasan sen toparlarsın.
             şu işe bir el at.Yazıktır,hııııııı?"
           -"Yaaa mahallenin muhtarı gibi oldum kız.Her işe beni öne sürüyorsunuz.Neyse Çarşamba
            günü Necmiyanım da paralı gün var .Akşam ordan geldiğimde bizim beyle bir beş dakka
             (AKŞAM OTURMASINA) gidip,elimden geleni yapmaya çalışayım bari.Ne demişler
             (iyilik yap,at denize,mahluk bilmezse halik bilir).
           -"Hay Allah razı olsun senden kız;Melek gibi insansın vallahi!...."

         

                           Hakan Kırbaş
        

24 Ağustos 2012 Cuma

SEVGİLİ OKUYUCULARIMA BİR YAZI HABERİ

    
 
      Çok sevgili okuyucularım. Daha önceki bir haber yazımda, sizlere, aklımdaki bir
projeden biraz bahsetmiştim. Günlük, kısa, kısa bölümler halinde, yani küçük parça
lar halinde; bir romanımı önümüzdeki hafta başından itibaren yayınlamayı tasarlı
yorum.
    
      Bu benim için de yepyeni bir tecrübe olacak. Ne yalan söyleyeyim, birazda korku
yorum. Ortaya yeni bir ürün koyan her acemi yazar adayı gibi bende beğenilmek
istiyorum, kendimden emin olamıyorum, sizlerin kısa hikayelerime gösterdiğiniz
samimi ilgiyide çökertmek istemiyorum. O sebepten aklıma sizinde müsaadenizle
şöyle bir fikir geldi:
     
      İki, üç bölüm yayınlanınca bu bölümleri okuyacak olan okucularımdan bu işin olup
olamayacağı, devam etmenin iyi olacağı, yada olmayacağı hakkındaki samimi fikir
görüş ve önerilerinizi bana yazarak (bloğa yorum şeklinde) kritik etmenizi
rica ediyorum. Buna önem veriyor ve sizlerin genel kanısı doğrultusunda hareket
etmeyi planlıyorum.
     
      Bu güne kadar olan ilginize çok teşekkür ederim. Hoşunuza gidecek birşeyler ürete
biliyorsam dünyanın en mutlu adamı olarak kendimi göreceğim.


      Hepinize mutlu, sağlıklı, sıhhatli, başarılı ve dolu, dolu bir ömür dilerim.

23 Ağustos 2012 Perşembe

YERMİSİN,YEMEZMİSİN?......(2.BÖLÜM)


           Yine boş bulunulduğu bir anda aynı tabağa bir kepçede ablamdan !.....
Zavallı misafir neden sonra kafasını eğipde önündeki tabağa bakınca şoka giriyor.Küçük bir dağ gibi tabağında bir yığın oluşmuş. Garibanım utanıyor. Ben bu kadar yemeği nasıl koydurdum diye düşünüp, düşünüp bulamıyor.
            Fakat ben yinede alışmaya başladım. Ayıptır söylemesi, sevgili okuyucularım, sabahları iki, bazende üç lop yumurta yemeğe alıştım. Artık bir tane kesmiyor.

Amma uzattım değilmi?...
Daha hikayeye geçemedim bile.

Bu günlerden birinde nasıl olmuşsa olmuş, bizim kendi evimize hırsız girmeye çalışmış. Ama çelik kapıyı, üstünde epeyce uğraşmasına rağmen açamamış. Herhalde birazda acemiydi. Bizimkiler yani Hatice, Buğrahan, Dilara doğal olarak tedirgin olmuşlar. Polis falan gelmiş ama polis ne yapıversin ? Şikayetçimisiniz ? diye sormuş, bizimkilerde kimden şikayetçi olacaklar tabiki
hayır demişler, olay bitmiş. Olan, bitenden biraz tedirgin oldukları için çoluk, çocuk bir, iki gün hep beraber, benim yanımda annemgilde kalmaya karar verdiler. Hemen evin içine bölüşüldük. Oda, yatak çok. Herkese yer var.
Hatice nin uykusu derindir. Zaten yoruluyor. Akşamdan bir yatar. Aynı şekildekalıp gibi sabaha kalkar.
Ama annemin öyle değil. Çıt deseler uyanır.

Buğrahan da okullar tatil olduğundan özgürlüğünü alabildiğine yaşıyor. Sabahlara kadar ya arkadaşları ile Bahçelievlerin meşhur 7.caddesinde gezer, cafelere girer, çıkar, yada sabahlara kadar evde bilgisayarının başında oturur. Sabah ezanıyla yatar. Yani, geceyi, gündüze, gündüzüde geceye çevirdi.
Bizde, okulların açılmasına az kaldığı için, ne yapmak istiyorsa şu sayılı günlerde yapsın bari! diye sesimizi çıkartmıyoruz.

İşte, bizde yattıklarının ikinci gecesi, gece saat üç civarında, Buğrahan bilgisayarının başında iken susamış. Kimseyi uyandırmadan mutfağa girmiş, su içip çıkacak aklı sıra!....
Tabi annem daha mutfaktan gelen ilk çıtırtıyı duyduğu anda fırladı ve Buğrahan ı mutfakta kıstırdı. Ben nerden biliyorum? Çünkü bende uyanığım o anda. Olanları yattığım yerden duyabiliyor ve acil müdahale edilmesi gerekirse, kalkıp mutfağa gitmek için aportta bekliyorum. Annem Buğrahan ı mutfakta yakaladığında aklına başka hiç bir şey gelemediği için "aç olduğu" hükmüne vardı.
Açmısın diye sormaya bile gerek duymadan:
-"Sana ne hazırlayayım?"diye sordu.
Buğrahan annemin son hallerinden habersiz olduğu için;
-"Babaanne aç değilim, su içtim, gidiyorum."dedi.
Annem bu cevabı tahmin ediyorum ki duymadı bile. Üçüncü sınıf bazı lokantaların kapı önlerinde sokakta, bağırarak müşteri çekmeye çalışan cazgırlar olur, bilirmisiniz?Hani mutlaka görmüşsünüzdür. Hem kolunuza yapışıp sizi zorla içeriye tıkmaya çalışırlar, hemde motor gibi, nefes almadan menüyü sayarlar. Seyretmesi alem bir görüntüdür.
İşte annem, tamda onlar gibi Buğrahan la mutfak kapısının arasına iyice konuşlandıktan sonra;
Yani buğrahan ın kaçmasına engel olduktan sonra buzdolabını işaret ederek, gürül, gürül mevcut yemekleri saymaya başladı.
Buğrahan önce durumu anlamadığından, yarım dakika falan, annemi ne dediğini anlayabilmek için dikkatlice dinledi.
Annem bunu; Buğrahan ın aç olduğu için keyfine göre bir yemek seçmek maksadıyla, kendisini bu kadar dikkatli bir şekilde dinlediğine yorup, iyice neşelendi. Konuyu genişletti.
-"Bak ,bunları beğenmediysen hemen ne istiyorsan yapabilirim. Saat falan farketmez."dedi.
Buğrahan kendisini yeterince anlatamadığını düşündüğünden, deminki sözlerini gecenin sessizliğinde ağır, ağır, tane, tane tekrarladı:
-"Babaanne, aç değilim su içtim gidiyordum."
Fakat bende bu arada yattığım yerde biraz korktum ne yalan söyleyeyim. Annemin hareketleri son birkaç günde biraz daha dengesizleşmeye başladı gibi geliyordu zaten bana. Bu mutfak sohbeti iyice keyfimi kaçırdı. Tüm bu olanların müsebbibi benim. Kendime kızıyorum. Suçluluk hissediyorum.
Annem bu sefer evdeki her türlü malzemeyi ve erzağı teker, teker saymaya başladı. Liste uzuyorda, uzuyor. Ben farkındayım. Annemin niyeti Buğrahan ın bu sayılan malzemeleri düşünüp ölçüp, biçip aynı benim yaptığım gibi, orijinal bir yemek istemesi.
Çocukta anlamadı. Bu uzayıp giden malzeme listesini dinliyor. Bende dua ediyorum ki ablam yada hatice uyanıp olaya müdahil olmasın. Zaten öyle olduğu anda  bende kalkıp oğlumu gerekirse zor kullanarak ellerinden alacağım.Yattığım yerden kesin kararımı verdim. Olayın nasıl sonlanacağını merakla bekliyorum.

Şu aralar Buğrahan endişelenmeye başlamıştır, hissediyorum. Kalmaya geldiğinede çoktan pişman olmuş durumdadır.
Tam ben bunları düşünürken bir kapı çıtırtısı oldu. Arkasından bir terlik sesi geldi. Seslerden anladığım kadarı ile birisi mutfağa doğru yürümeye başladı.
-"Eyvaaaaah"dedim içimden. Hatice yanımda yattığına göre bu ablam. Artık harekete geçme zamanı geldi oğlum Hakan dedim kendi, kendime. Tam bir ayağımı yataktan indirdim; Babamın sesini duydum mutfaktan:
-"Ne yapıyorsunuz? gecenin bir yarısı burada?."
Annem daha kimsenin konuşmasına fırsat vermeden olayı kendince izah etti.
-"Buğrahan çok acıkmışda, ona yemek seçiyoruz birlikte!..."
Babam dedi ki;
-"Bende acıkır gibi olmuşum Sevim.""Bende birşeyler atıştırıvereyim."
Ben içimden "Haydi Buğrahan şimdi tam zamanı" dedim."Kaç ordan."Gerçekten Buğrahan da beni duymuş gibi, bir anlık, annemle, babamın dikkatlerini birbirlerine vermelerinden istifade edip, aradan usulca süzülüp mutfaktan çıktı.
Annem, babama çok sinirlendi. Avını kaçırmış bir avcı gibi babama homurdandı:
-"Amaaaan" dedi."Aç buzdolabını, herşey var, ne canın istiyorsa ye, ben yatmaya gidiyorum"dedi.
Ben huzur ve mutluluk içinde vurdum kafayı yattım uyudum.
Ertesi gün baktım Buğrahan erkenden, küçük valizini doldurmuş, bilgisayarınıda eline almış, gidiyor.
-"Eve mi?"diye sordum.
-"Evet." dedi.
-"Neden gidiyorsun?" diye sordum,hiç bir şeyden haberim yokmuş gibi.
-"Hırsıza razıyım!..." dedi. Bu cevap bana kafi geldi. Başka lafa gerek yok. Sesimi çıkarmadım.
Sabah annem kalktı, baktı, Buğrahan yok. Bana merakla sordu:
-"Buğrahan nerde?"
-"Bizim eve gitti anne."
-"Neden?"
-"Bilmiyorum. Aman canım, çocuk değilmi? aklına ne eserse yapıyor, boşveeer."
-"Eh!... Birdahaki sefere inşallah şöööyle beyendiği, istediği bir yemek yaparım artık."
-"İnşallah anne."

Gündelik hayatımızakaldığımız yerden devam ettik.


       SON

       Hakan Kırbaş



 


YERMİSİN,YEMEZMİSİN?....(1.BÖLÜM)

  
 
           Gecenin bir yarısı aniden kusmaya, titremeye, bayılacak gibi olmaya başlayınca, eşim benim eski hallerimi bildiğinden, hemen ambulansa telefon etti. Ambulans gelene kadar ben dahada kötüleştim. Ambulansta çalışan bayan doktor daha eve girip beni görür görmez, heyecanlandı, ilk muayenesini bile yapmadan yanındaki erkek yardımcılarına döndü: "Hemen sedyeye bağlayın doğru hastaneye" dedi.
Hastaneye ulaştığımızdabendeki kötüleşme artarak devam ediyordu. Acil servisteki doktorlar eşime "Durumu kötününde ötesine geçti, kritikleşti" demişler. Ben önce acil servisin içinde dahada kötü durumda olanları yatırdıkları bir "müdahale odası" na, ordanda direk yoğun bakıma çıkardılar.
Hemen kan testleri, biyokimyasal testler, idrar, mide sıvıları testleri vs. derken doktor annemle, eşimi karşısına alıp o anda sorulabilecek en acaip soruyu sormuş:
-"Siz bu adamı hiç beslemedinizmi hanımefendi ?"
Bizimkiler ağızları birer karış açık; ne cevap vereceklerini bilemediklerinden adama bakmış kalmışlar.
Bu arada sevgili okuyucularım; işin ironik tarafı şurda;
Annem Hatice nin bakımını biraz yetersiz bulduğundan (bana bakmasını kastediyorum) raconu kesti ve:
-"Hakan ı bize götürüyorum.Bizde biraz ,ona ilgi ve dikkatle bakmak istiyorum." dedi.
Eşimde anneme bir şey diyemediğinden, hemde gerçekten o aralar kendi işleri yoğun olduğundan duruma rıza gösterdi. Ben annemlere götürülerek besiye!.... çekildim.
Gerçi biraz iştahsızdım ama herkes kadar yiyip, içtiğimi zannediyordum. Anlaşılan herkesde aynı şekilde zannediyormuş.
Doktor böyle söyleyince annem yıkıldı.
Doktor orada göğsüne iki el kurşun sıksa bu kadar yıkamazdı.
Annem bunu hem gurur meselesi, hemde takıntı yaptı. Ama ne takıntı? Hani psikiyatri ilminde "obsesssif takıntı" dedikleri, en ağır türü vardır ya! işte ondan.

Benide bu gurur kırıklığının müsebbibi gördüğünden artık banada acımayı bıraktı.
Bana tam bir besi danası muamelesi çekiyor.
Elinden gelse yirmi dört saat benim ağzıma eline geçeni tıkacak. Resmen savaş açtı bana. Topyekün harekat kurallarını uygulayarak, aklıyla, gücüyle, zekasıyla, inadıyla, azmiyle, öfkesiyle, orantılı olarak ne yapılabilecekse yapıyor.
Tehdit ediyor, yalvarıyor, rica ediyor, kandırmaya çalışıyor, becerebilirse kaba güç kullanmaya kalkıyor. Bu arada yalnız kaldığı ender  zamanlarda devamlı düşünerek; planlar kuruyor. Stratejiler hazırlıyorki bana iki fazla nasıl yedirebilir.

Hayır!... Bu takıntı zannediyorumki aynı zamanda bulaşıcı. (Not: Bunu psikiyatri ile ilgilenen bilim adamları araştırırsa iyi olur. Tahminim, bu yeni buluşlarından dolayı Nobel alabilirler) Eşime ve ordanda annemlere arada, sırada gelen ablama bulaştı. Birdi, üç oldular. Benim üzerimdeki baskı birden üç katına çıktı.
Bu durum söylenti ve vah, vah lar arasında annemin, ablamın, haticeninde yadsınamaz gayretleri sonucu, mahalleye, tanıdıklara komşulara, sokağa derken Uşak'a yayıldı. Artık annemlere gelen  herkes Afrikalı açlara yardım taşır gibi, poşet, poşet, tencere, tencere, tepsi, tepsi birşeyler getiriyor.
Genel beklentide benim tüm bu yapılan ve getirilenleri itirazsız, yiyerek tüketmem.
yani! Birşey değil, metebolizmam belki güçlenecek ama korkuyorum ki bu arada artık akıl sağlığımı kaybetmek üzereyim. Ama bakıyorum, bizim sülalede hiç kimsenin o konuda, benden yana en ufak bir endişesi yok. Herhalde; zaten olmayan bir şeyin nesinden korkalım diye düşünüyorlar.

Babam seksen üç yaşında. Taş gibidir ve korkunç iştahlıdır. Bizim Uşak'lı tabiri ile "Devi Kavı Yer." dediklerinden. O da bu esnada hayatının baharını yaşıyor. Ömrü boyunca bu kadar fantezi ve değişik yiyeceği bir arada görmediğinden bayram ediyor. Hemen o arada sekiz kilo almış.

Bense diyalize gidip geliyorum. Diyalizdede doktorlar annemin bıraktığı yerden işe başlıyorlar. Diyaliz esnasında bana damardan; o güne kadar tıp teknolojisinin icad edebildiği  ne kadar güçlendirici, besleyici, direnç arttırıcı, sıvı proteinler, serum içerisinde amino asitler, metobolik mineraller, elektrolitikler, mamalar, vs. varsa veriliyor.
Ama günler geçtikçe hep beraber kahroluyorlar. Çünkü ben "Tok evin aç kedisi" gibi bütün bu ihtimama, bakıma karşılık nankörce bir gram almıyorum.
Hayır!... Üzülüyorum. Bir şey değil, annem aklını bozacak.
Bütün bunlar olup biterken olayın benim için komik taraflarıda yok değil. Ne istersem yapıyorlar.
Belki kendi istediklerimi yerim diye. Bende bu durumu sonuna kadar suistimal ediyorum. Şunları isterim diyerek, olmayacak hayali yemekler ve karışımlar tarif ediyorum. Ben hastayım ya, tabiki canım değişik şeyler çekebilir, değil mi ya!....
Fakat işin enteresan tarafı bu istediğim acaip şeyleri yapıyorlar yahu!...
Eşim işi gücü bıraktı. İnternetten, ya benim istediğim atmasyon şeyin birebir aynısını buluyor, yada çok yakınını. Annemgilin mutfağı dünyanın dört bir tarafından orijinal yemeklerin hazırlandığı bir yemek akademisine dönüştü. Zaten ustalardı, iyice işi bilimselliğe döktüler. Ablamada bu işler eğlenceli gelmeye başladı. Zaten yemek yapmayı sever. Daha çokta kafasına göre "Abudik, gubidik" şeyler icat etmeyi sever. Çok samimi söylüyorum, yaptığı, patenti sadece kendisine ait iki mezenin birisinin adı "ZÜMLÜL" diğerinin ise "HÖPÖNTÖRÖŞÖRÖLEF" hİç atmıyorum inanın.
Yoğurt, sarımsak, acı biber, ceviz (dövülmüş) nane, kekik, ekmek içi ,vs. ile yaptığı bütün ailemizin gerçekten severek yediği şeyler. Bu iş tam ona ona göre oldu. Annemlerde yatıp kalkmaya başladı.

Artık benim istemediğim enteresanlıklarda pişirilip, pişirilip önüme konmaya başlandı. Benim silah ters tepmek üzere.
Fakat yavaş, yavaş bendeki bu nankörlük sinirlerini bozmaya başladı. Hissediyorum. Bu bozukluk sonucunda bu üçlü ısrar çetesi performanslarını eve gelenmisafirlerede çevirmeye başladılar.
Mesela yemeğe oturuyoruz, annem misafirimize diyelim, normal bir tabak yemek koyuyor. Onun ve masadakilerin dikkatinin herhangi bir sebeble bir iki saniyeliğine başka bir yöne döndüğü anda
hooop!
Hatice çaktırmadan misafirin tabağına bir kepçe daha koyuyor.



                 Devam Edecek

                 Sonsuz sevgilerimle


                 Hakan kırbaş

Yayınlanan Yazıları Nasıl Buluyorsunuz?