4 Temmuz 2012 Çarşamba

Herkez Tek...

Bu yazıyı yazarken birden farkettimki bir sebeple ortaokul yıllarıma geri dönüp duruyorum. Herhalde içimde o çocukluk yıllarıma ait bastırmadığım bir özlem var.

Efemdim! Biz yani ben ve sokak arkadaşlarım o yıllarda sokakta oynardık. Bahçelievler onuncu sokakta, hepimizin gittiği Deneme lisesinin karşısındaki bir binada oturuyorduk. Yıllar sonra döndük dolaştık tekrar aynı evimize geldik. Şimdi Lise sonda okuyan bir oğlum  ve orta sonda okuyan bir kızım var. Şansa bakın ki onlarda Deneme lisesi öğrencisi;
Evet, nerde kalmıştık. Sokakta oynardık dedim. Bu müthiş bir deneyim, mükemmel bir hayata hazırlanma methotudur. Ne yazıkki şimdiki çocuklar bundan yoksun. Beyinlerinde sokakta oynamak gibi bir kavram yok. Onlara o kadar yabancıki adeta gülünç geliyor. Sokakta arkadaşlık olur, spor olur, kavga olur, aşk olur, aklınıza ne gelirse sokakta olur. Trafik yok gibi bir şey, sabahtan akşama  geçse geçse bir veya iki araba geçer. Bizde o zamanlarda bakkallarda satılan çapı 20 cm'yi ancak bulan küçük plastikten, ucuz bir topla futbol oynardık. Şimdi oda kalmadı. Mekanlar çok büyük olmadığı için uygun top oydu. Birde futbol topu çok pahalıydı, her çocukta olmazdı. Esas anlatmak istediğim oynadığımız kendi icadımız olan futbol türü. Adına japon kalesi yada minyatür kale derdik. Bir çocuğun ayağı ile altı yada yedi arka arkaya adımdan oluşur, kaldırımın sokağa bakan yanına iki taş konurdu, al sana kale!.. Kaç çocuk varsa herkez kendine bir kale yapardı. Sayı önemli değildi, yani oyuncu sayısı. Her oyuncu o daracık alanda o küçükcük  topla tüm maharetini sergileyip birbirlerinin kalesine gol atmaya çalışırdı. Daha sonra fark ettimki ilerde yetişkin olduğumuzda kişiliğimizi oluşturacak özellikler orda, o oyunda kendini gösteriyordu.

Kimisi atak olur kalesini bırakır gider devamlı topa girer, ilk golleride daima o şekilde oynayanlar yerdi. 

Kimi fırsatçıdır topa girmez bekler şansına top önüne düşünce boş kalelerden birine gönderiverir, o kalenin sahibinin hanesine gol yazdırırdı. Bu alanda ilerde fırsatçı olacaklarından ilk eğitimlerini futbol oyununda alıyorlardı.

Kimi sağlamcıdır kalesinden bir adım çıkmaz, dolayısıyla o minyatür kalede gol yemesi mümkün olmaz ama oda oyunun tadını çıkaramaz, seyirci gibi dikilir kalır.

Sonraları anladıkki bu şekilde oyun sabahtan akşama sürebilir, ne yapalım? ne yapalım? derken şöyle bir usül keşfettik. Oyun başladığında ikili üçlü gruplar oluşturuyorduk. Bir grup kendi aralarında bir süre için centilmenlik antlaşması gibi bir şey yaparlar birbirlerinin kalelerine gol atmazlar, paslaşarak, yardımlaşarak diğer grubun yada grupların kalelerine gol atmaya çalışırlardı. Bu sayede oyun hızlanır, goller çoğalır ve elenenler artardı Önceden belirlenmiş bir gol sayısını yiyen oyundan çıkardı. Geriye kalan tek oyuncu oyunun galibi olurdu. Oyuncu sayısı azala azala makul bir seviyeye inince içimizden biri herkezin duyabileceği yüksek bir sesle bağırırdı;
  • "Herkez Teeeek"
Bu komutla beraber gruplaşmalar, yardımlaşmalar birben bire biter, yeniden artık her oyuncu yanlız kendisi için oynamaya başlardı.

Bazen acaba diyorum göklerden tanrısal bir ses insanlığa komut vermek için "HERKEZ TEEEK" diyemi bağırdı.

O zamanlar birimiz "herkez tek" diye bağırdığında bunun bir oyun olduğunu, oyun biterse tekrar yardımlaşan, bölüşen sevgili arkadaşlar olacağımızı bilirdük. Hep beraber meyve bahçelerine dalar, kim ne toplarsa ortaya yığar eşit olarak bölüşürdük.

Şimdi insanlık bu oyunu bitiremiyor. Herkez dahada acımasız, dahada insafsız, dahada çılgın tekliğini ve yanlızlığını yaşıyor. Tek amaç kim olursa olsun kendisinin dışındaki herkeze gol atmak. Empatyi hatırlayan bile yok. O geçen sömestrin methoduydu.   

Ben kendi adıma şovalyece bir beklenti içindeyim. Semalardan tanrısal bir ses bekliyorum ve şöyle demesini umuyorum;

"HERKEZ BERABEEEER"

Yazar
Hakan KIRBAŞ  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yayınlanan Yazıları Nasıl Buluyorsunuz?