28 Ağustos 2012 Salı

EŞŞEK ŞAKASI

BAZEN ÇOK İYİ NİYETLE VE ÇOK GÜZEL BAŞLAYAN GİRİŞİMLER ÇOK KÖTÜ VE İSTENMEYEN ŞEKİLDE SONLANABİLİR.

             Hayatımızda öyle anlar vardır ki çok mutlu, çok neşeli çok huzurlu bir ortam birdenbire, kimse ne olduğunu anlamadan bir karabasana dönüverir. Bazen bu karabasan hiç bir zarar gelmeden başladığı gibi biter. Bazende bu karabasandan çok korkunç sonuçlar çıkabilir.
             Ben böyle bir durumdan kıl payı kurtuldum. Hemde çocukken. Teyzemin ortanca kızı olan Sabiha abla daha yeni evli. Eşinin adı da İsmail. İsmail ağabey de kendisi gibi Uşak ta lise öğretmenliği yapıyor.
             Daha sonraları istifa ederek özel çalışmaya başladı. Birde bebekleri oldu. Adını Özgür koydular.
    "ÖZGÜR DOĞAN". Yıllar, yıllar sonra biz Ayvalık ta ikamet ederken, bir gün telefon çaldı. Sesinden hemen tanıdım. Bizim Özgür. Sevindim, birbirimize hal, hatır sorduk. Evlenmiş, İzmir ALİ AĞA'da TÜPRAŞ RAFİNERİSİ' nde çalışmaya başlamış, ekonomik durumları son derece iyiymiş, iki tane çocukları olmuş, mutlularmış. Hayatından son derece memnun olduğu, sesinin mutluluktan, telefonda, çın, çın çınlamasından belliydi.
            Benim bildiğim Özgür dal gibi ince, uzun, daima güler yüzlü, esprili ve zeki bir çocuk, bir gençti. Biliyormusunuz, anılarda eski tanıdıklar hiç yaşlanmıyorlar. Biz onları hep son gördüğümüz halleriyle hatırlarız. Bende sevgili Özgürü yıllar önceki haliyle gözümde canlandırırdım.
            Bize ziyarete gelmek istediğini söyledi. Buyurun dedim. Bir pazar sabahı ziyaretimize geldiler. Kapı çaldı, açtım, aşağıdan çalmışlar. Merdivenlerden yukarıya biri çıkıyor ama, ilk bakışta çıkaramadım. Dev gibi birisi. Benim bildiğim Özgür uzun boylu, ince yapılı bir delikanlıydı. Bu gelen nerede ise yüz elli, yüz altmış kilo ağırlığında 1.90 boylarında hakiki bir dev.
    -"Ne olmuşsun, sen böyle oğlum? " diye sordum.
    -"Ne yapayım Hakan ağabey " dedi."Elimde değil çok iştahlıyım."
    -"Sıhhatin nasıl ?" diye sordum tekrar;
    -"Çok iyiyim" dedi, gerçekten çok yiğit bir adam olmuş, Allah bağışlasın. Hala çok güleryüzlü, saygılı. Bizim  her zamanki Özgürümüz.
            Epey hasret giderdik, eşlerimizi tanıştırdık, eskilerden, yenilerden, derelerden, tepelerden geç saatlere kadar, sohbet ettik, yedik, içtik, gülüştük.
            İşte ben bu dev gibi adamı, bu çoluk, çocuk sahibi genç babayı, daha kundaktayken, öldürüyordum nerdeyse. Allah ikimizede acıdı, ikimizde kurtulduk.
            Aslında, bütün mesele o zamanlar çiçeği burnunda bir baba, bir damat olan, İsmail ağabeyden kaynaklandı. Ama benim başıma patladı. İsmail ağbi, yani damat, sağlıklı, neşeli, esprili, bir adam. Herkes onu seviyor ve hepimizde saygıda kusur etmiyoruz.
            O da aileye karşı çok kibar, saygılı, benimlede çocuk olmama rağmen arkadaş gibi oldu. Ali ağbi ile beraber, benide adamdan sayıyorlar, ali ağbi, İsmail ağbi ve ben bir üçlü olduk.
             Bir ramazan ayı. Bayanlar o sene her zamanki gibi teyzemlerde değil mahalledeki bir başka evde teravih namazlaını kılıyorlar. Namazdan sonrada çaylar, kahveler derken, saat taaa 12 de bazende 1 de  eve dönüyorlar. Başlarında teyzem ve annem olduğu için, zaten bizim sokağımızdan da dışarıya çıkmadıkları için kimse merak etmiyor
             Gene bir akşam evin bayanları topluca teraviye gittiler. Teyzem, annem, Emine abla, Sabiha abla, Suna abla, benim ablam, ayıptır benzetmesi sürü gibi. Ama o gece bizim farkında olmadığımız yani ailenin erkeklerinin farkında olmadığı bir değişiklik olmuş. Zaten bizi bu değişiklik yakacaktı az kalsın.
             Gittikleri evin sahibesi, yeni bebeği görmek istemiş, Sabiha abladan getirmesini rica etmiş. Sabiha ablada bu bayanı kıramadığından Özgür ü almış, götürmüş. Bu arada bizde evde bekle, bekle sıkıldık.
     Dedim ya, İsmail ağbi biraz esprili, şakacı bir insan. Aklına bir şey gelmiş, bana döndü,"Hakan" dedi,
     "Gel şunlara bir şaka yapalım". Ben ne diyebiirim ki!... "Olur" dedim. Gitti bir çarşaf getirdi. Benim üstüme geçirdi. Bildiğimiz en eski hayalet numarası. Bunu kimse yutmaz ama İsmail ağbi ye hayır diyemedik. Beni aldı, apartmanın merdiven boşluğunda iki kat arasında genişce bir sahanlık var, oraya sakladı.
     Numaramızda şu: Tam onlar altaki katı dönüp, bizim evin olduğu kata çıkarlarken, ben önlerine fırlayıp aniden bağırarak, hoplayıp, zıplayarak, güya onları korkutacağım. Ama hiç kimsenin bu numaranın işleyeceğine inancı yok.
             Ben başladım beklemeye, derken bir tabur asker geliyormuş gibi ayak sesleri duyuldu. Konuşarak gülüşerek, gümbür, gümbür geliyorlar. Bende üstüme düşen vazifeyi başarıyla yapmak için bütün ciddiyetimle ve dikkatimle köşeye iyice saklandım.
   
             Şimdi!... şu Allahın işine bakın! ben o gece arka, arkaya iki çok  kötü şanssızlık yaşamışım.
Birincisi: bizim katın sahanlığının ampulü o gece bozulmuş. İşe bak yani! olacak şey mi? Ortalık sanki özel olarak ayarlanmış gibi, loş bir ortama dönmüş. İkincisi ve daha beteri ise şu: Bayanların o geceki namaz sonrası dedikodu konusu, Uşak ta türeyen ve geceleri bir şekilde dışarıda olmak zorunda kalan bayanlara saldıran bir sapığın duyulması. Konuştukça konuyu abarta, abarta kendilerini iyice doldurmuşlar. Baştan iyice korkmuşlar zaten.
             Ben bana öğretildiği gibi kadınlar tam alt katın sahanlığını geçip bizim katın merdivenlerini çıkmaya başlayınca önlerine atladım.




             İşte o anda hiç kimsenin ummadığı bir şey oldu.  Hiç kimsenin beklemediği bir şekilde tüm bayanlar
     hepsi birden, bir ağızdan nasıl bir çığlık attılar ama anca o kadar olur yani. Birde susmuyorlar, attıkları çığlıklar saniyelerce artarak devam ediyor. Bu kadar etkileneceklerini, bu kadar çılgın gibi korkarak avaz, avaz bağıracaklarını hiç kimse, ama hiç kimse önceden tahmin edemezdi. Çığlıklarını duyanlar korkudan çıldırdıklarını sanabilir. Öyle bağırıyorlar. Merdivenlere oturanlar, kendilerini atıverenler, ne isterseniz var.
     Bu hali görünce benimde korkudan aklım çıkacaktı nerdeyse. Ben onlardan daha fazla dehşete kapıldım.
     Ne yapacağımı bilemedim. Karşılarında dondum kaldım. Ben orda dikelip kalınca attıkları çığlıklar kesilmediği gibi artarak devam etti.
             Sabiha ablanın eli, ayağı titriyor. Özgürü elinden attı, atacak. Kollarının yavaş, yavaş gevşediğini göre biliyorum. Birşeyler söylemek, onu uyarmak istiyorum, sesim çıkmıyor, kımıldayamıyorum, katıldım kaldım.
     Bebek yavaş, yavaş kollarının arasından kayıyor. Merdivenlere düştüğü anda işin rengi, çok çirkin bir şekilde değişebilir. Ölmese bile mutlaka sakat kalır.
             Yinede tecrübe işte, teyzem benim gözlerimi Özgür e diktiğimi nasıl olduysa bir an farketti. Bakışlarımı takip etti. Birde gördüki bebek beyninin üstüne düştü, düşecek.
              Nasıl kartal gibi atladıysa, belkide Sabiha abla nın artık ellerinin tutmadığı anda, bebeği ellerine alıverdi. Özgür kurtulmuştu. İşin garibi bu anda bile hep beraber hiç susmadan çığlık atmaya devam ediyorlardı.
             Allahım!.... Bu ne tepki yahu!... Bunu hiç kimse tahmin edemezdi.
             Ben o anda gevşedim. Beynim vücuduma katıl kal, emrini kaldırdı. Birazda aklım başıma geldi. Aşağı doğru sokağa kaçamam, önüm tıkalı. Tek çare yukarıya kaçmak, birden fırladım, beş katlı binayı uçarak çıktım. Büyük bir terasları vardı teyzemgilin. Korkudan ölücem artık. Aklım başıma geldikçe, durumumun farkına varıyor, iyice panikliyorum. Biliyorumki ihale bana kalacak. Çarşafı çıkarıp attığım gibi, Gittim terasda bacaların arasına saklandım.
             Haaaa! Bu arada İsmail ağbi ortadan kayboldu. Beni çok hayal kırıklığına uğrattı.Ben bu işin sonunda gülüşmeler içinde biteceğini sanırken, iş bir korku filmine döndü. Ortada İsmail ağbide yok, o da işin bu  kadar değişeceğini ummadığı için, baktı ki olaylar kontrolden çıktı, ortadan yok oluverdi. Ben kaldım tek başıma.
             Sonradan anlatıyorlar, ilk çığlıklar o kadar şiddetli olmuş ki mahallede ki bütün evlerin ışıkları yanmış, insanlar dışarıya çıkmış. En alt katta teyzemlerin kiracısı bir komiser oturuyordu, adam yataktan fırladığıyla beylik tabancasını çekmiş, koşturmuş gelmiş. Sokaktaki bazı komşular kimi bir odun kapmış, kimi soba
     demirini almış, koşturan gelmiş. Bizim teyzemlerin apartmanın merdivenleri insanlarla dolmuş.
             Kimse böyle bir zırzopluk beklemediği için kimi Alaaddin amca aniden öldü zannetmiş, kimi kadınlara bir yabancı saldırdı zannetmiş, kimi bir kaza oldu, biri ağır yaralandı zannetmiş. Her kafadan bir ses, soranlar, bağıranlar, yorum yapanlar, bizim apartman boşluğu trabzanlar, sahanlıklar bir iki saate yakın panayır yerine dönmüş. Taaa neden sonra durum biraz anlaşılınca bu kalabalık dahada büyük bir öfke ile homurdana, homurdana dağılmış.

             Bana gelince;
             Ben o geceyi açıkta, yıldızların altında, terasta geçirdim. Ertesi gün artık Hacıdedemlere değil Uşak ın öbür başındaki, halamın Şehitler Mahallesi ndeki evine kaçtım. Tabi benim nerde olduğumu biliyorlar ama ders olsun diye kimse arayıp, sormuyor. Ben üç, dört gün kadar halamda yattım, kalktım. Olay daha sonra anlaşılınca İsmail ağbinin kredisi epeyce sarsıldı. Sebiha abla sesini çıkarmamış ama İsmail ağbiye çok kızmış, kırılmış. Eski ortamların oluşması baya uzun zaman aldı. Uzun bir süre herkesin tadı, tuzu kaçtı. Bu olayın anılara gömülüp unutulması çok zor oldu. hiç kimsede bu şakaya!.... ne o zaman, nede sonraları hatırladıkça gülmedi.

Yazan: Hakan KIRBAŞ
İletişim için e-posta: kirbashaakan@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yayınlanan Yazıları Nasıl Buluyorsunuz?