26 Ağustos 2012 Pazar

FACE BOOK VE TWİTT DENEN ZAMAZİNGO ÜSTÜNE




        Bu yazıyı yazayımmı? yazmayayımmı ? diye uzun,uzun düşündüm. Önce Oğlum Hakan
    dedim, sen kendi kendini madara etmeğe çokmu meraklısın? Yada kullandığın ilaçlar, çektiğin hastalıklar seni ufak tertip manyaklaştırmayamı başladı? Hiç insan kendi zayıflıklarını acizliklerini kamuya açık edermi?
        Sonrada düşündümkü ben hayatta kendimle barışık olmamla daima gurur duymuş bir  insanım. Neysem oyum, her insan gibi, elbette benimde zayıflıklarım acizliklerim olacak. Bundan zerre kadar yüksünmediğimi fark ettim.
          Bana bu kadar duygusal kelamlar ettiren konu ise şu:
         Abi! ben bu internetdeki facebook ve twitter denen zamazingolardan zerre kadar anlamıyorum. Ne yapacağımı şaşırdım kaldım. Yeğenim Orkun sanki bana ceza olması için facebook,  twitter, e-mail, g-mail, blog ne varsa adıma birer tane açtı. Tümünün şifrelerini, giriş kodlarını, bilgisayardaki açılış şekillerini üşenmeden bir kağıda altalta sırayla, düzgünce yazdı. Elime verdi ve İzmire gitti.
        Ben kaldımmı elimde birsayfa ne olduğunu anlamadığım, kaptan karasakalın define haritası gibi bir kağıtla.
    Titizlikle saklıyorum ama sadece o kadar. Başka hiç bir fonksiyonu yok benim için. Ara, ara kutsal bir metin açar gibi huşu ile açıyorum, bakıyorum, bakıyorum, bakıyorum eeeee!.. Hepsi o kadar, tekrar bakıyorum. Sanskritçe yada sümerce bir metin gibi bana hiç bir anlam ifade etmiyor. Yaaa! bir kelimesini çözebilsem belki gerisini uğraşa, uğraşa çözebileceğim.
       Zekama olan özgüvenim sarsılmaya başladı.
       Geçen gün Hatice yanıma geldi dereden, tepeden,çocuklardan, bizim evden, akrabalardan, onun işlerinden uzun, uzun bahsettik. sohbet ettik.
       Sonra bir ara bana merakla sordu: Ya!Hakan dedi E-mail deki mesajlar birikmiş gitmiş, g-mailine bir sürü yazı gelmiş, Face de twitt de sana arkadaşlık teklif edip sırada bekliyenler var neden hiç bir şey yapmıyorsun ?.
        Hay! Allah böyle bir soruyu hiç beklemediğimden dağıldım. Yarabbim ben şimdi ne cevap vereyim.Öhöm! dedim. Tatlım şu aralar o kadar  yoğunumki fırsat bulamıyorum. Aile içinde benim tüm şifrelerimi, pin kodlarımı, bankaların kredi kartı numaralarımı, şifrelerimi, bilgisayarla ilgili ne kadar gizli kalması, benden başkasının bilmemesi gerekli bilgilerim varsa hepsini, herkes bilirbir tek ben bilmem.
        İşin şöylede ironik bir  tarafı da var. Ben yıllarca taaa ortaokul yıllarımdan beri ailenin elektronikçisi geçinirim. Yalanda değil. Yıllarca ses düzenleri, anfiler, kabinler yapmış, hatta son zamanlarda işi bilgisayara bile döküp, TANGO, EAGLE, BOARDCARD, ASES, İRİS gibi otomatik baskı devre programlarını, otomatik devre şeması çizim programlarını bilgisayarımda kullanmaya başlamış bir insanım.
        Ama gel gör iş bu zamazingolara gelince beynim hafta sonu tatiline giriyor. Allahım çıldıracam
    yaaa!...
        Neyseki zekam azar, azar azalsa bile kurnazlığım vefalı çıktı, benle bir süre daha geçirmeye karar vermiş.
         Hemen o anda aklıma geliverdi Hatice ye TATLIM dedim Dilara ya söyle ne yapılması gerekiyorsa o yapsın. Arkadaşlık önerenlere baksın, kabul edilecekleri kabul etsin, e-maillerime cevap versin işte ne yapılacaksa ben ona izin veriyorum sanki benmişim gibi gerekli olanı yapsın, ben daha sonra tek, tek kontrol ederim.
    Yalanını yiyim OĞLUM HAKAN.
    Ne anlıyonda neyi kontrol edecen len!....
   

   Daha ne kadar idare ederim ortalığı bilmiyorum. Sinirlerim gevşemeye başladı artık. Eeeeee! İnsanlar yaşlanıyorlarmış, elli, iki yaşında birden bire bunu farketmek ne kadar acı geliyor insana anlatamam sevgili okuyucularım.
      İçin, için Orkunada kızmaya başlıyorum.Yaaaa! Arkadaş ne güzel işte, bir paket, kırtasiyeden alınmış mis gibi A-4 kağıdı ve bir deste kurşun kalemin nesi vardı? Başıma bunları sardınız.
   Ben 52 yaşından sonra yazı mı yazayım bilgisayar master ımı yapayım?


    Şu aralar bilgisayara bakıp, bakıp bunaldıkça Allah gani. gani rahmet eylesin Babaanne mi düşünüyorum hep. Nur içinde yatsın onuda telefon çıldırtırdı. Hele evde tek başına iken o telefonun zili çalmayagörsün, alenen bunalıma girerdi zavallı kadın. Önce uzun, uzun telefonun başında gıyabında bir posta arayan şahıs kalaylanırdı. Sonra bu lanet makineyi almaya karar veren, parasını ödeyen, getirip eve kuran, hatta zaman zaman icat eden (düşünün artık: Graham BELL bile bu fırça kokteylinden nasibini alıyor) en son olarakta kendisini evde bu korkunç makine ile yalnız bırakıp giden (ki bundan çoğu zaman annem kastedilirdi) sırayla ve düzgünce kalaylanırdı
       Hala çalmaya devam ediliyorsa mecburen açılır, önce ne tarafı kulağa, ne tarafı ağıza gelecek ( Ahizenin ) uzun, uzun ayarlanır. Tabi bin türlü beddua eşliğinde ve en sondada telefondakinin konuşmasına meydan verilmeden sıkı bir azara tabi tutulur.(Hiç unutamam azarının metnide aşağı yukarı şöyleydi):
        "Sen ne demeye ben evde yalnızkene bu meytambalı (Meytambal:Uşak şivesinde kullanılan bir sözcük anlamı beytül mal yani eski osmanlıca devlet malı ama Uşaklılar arasında ALLAHIN CEZASI anlamında kullanılır.)  çaldırıveyon haa!.. Zangolümünden gidesice!..."
      Denir ve telefon Çaaat yüzüne kapatılır. Allahtan arayanlar bunun babaannem olduğunu çoğunlukla bilirlerdi. (Zangolümü: Zang ölümü yani kalp krizi)


     Hissediyorum sevgili okuyucularım:
    
     Bilgisayarın başındayken birgün bana e-mail,veya g-mail gönderen birine babaannemim duası eşliğinde!.... sıkı bir azar yazıp en sonundada Zangolümünden gidesice diyerek kapat düğmesine basmama dört bilemedin beş yıl kaldı.
        Allah beterinden saklasın

        Amin

        Hakan Kırbaş
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yayınlanan Yazıları Nasıl Buluyorsunuz?