17 Ağustos 2012 Cuma

KISA-KISA (BÖLÜM 2)

İYİLER İYİ!....

       Bahçelievlerdeki evimizin tam doğalgaz kombisi ve kalorifer tamiratının yapıldığı bir dönemde altı ay yada yaklaşık bir sene kadar evden ayrılmak mecburiyetinde kaldık. Yukarı Ayrancı semtinde elçi sokakta bir kiralık daire tuttuk ve oraya yerleştik.


      Oturduğumuz apartmanın İbrahim adında bir kapıcısı var. İbrahim efendi sessiz, sakin, dedikoduyu sevmeyen ve yapmayan, sadece işini yapan bir insan. Yalnız yüzü hiç gülmüyor. Sürekli asık. Bu çehreyi kalın palabıyıklarıda tamamlayınca her an öfkeden çıldıracakmış gibi bir yüz ifadesi ile dolaşıyor. Hani ilk defa gören birisi korkar. Zaten ben hiç konuşmayan, sohbet etmeyen insanlardan çekinirim. İçlerinden ne geçtiğini bilemezsin.
      Bir hadiste okumuştum Peygamber Efendimiz "İnsanlara her an sadaka veriniz " demiş. Ashabıda sormuşlar: "Ya Allahın Resulü, insanın paralı anı olur, parasız anı olur, güçlü anı olur, güçsüz anı olur. Moralinin iyi olduğu gün olur, kotü olduğu gün olur. Biz nasıl her an sadaka verebiliz."
      O da cevap vermiş: Sadaka sadece parayla, malla, güçle yapılmaz, bir dostunuzun, arkadaşınızın halini, hatırını sormakta bir sadakadır. Bir insana gülümsemek bile bir sadakadır.......
Yaaaa!..... Bu söz benim çok hoşuma gitti. Bende kendime prensip edindim. Herkese karşı elimden geldiğince güleryüzlü olmaya çalışacağım, kibar ve nazik olmaya çalışacağım, herkese selam verip, herkese halini hatırını soracağım.
      Bu İbrahim efendiye dışarıda, içeride her rastladığımda "Nasılsın İbrahim efendi?" diyorum.
Yalnız tuhaf bir durum var. Bu İbrahim efendi  her karşılaştığımızda bıkmadan, usanmadan sorduğum bu soruya; oda bıkmadan, usanmadan "İyiler iyi" diye kısacık bir cevap veriyor.
Benimle dalgamı geçer?, bana bir şey mi ima etmeğe çalışır?, Benim her karşılaştığımızda "Nasılsın" diye sormam sinirini mi bozar? bir türlü anlayamıyorum.
Haaa!... Bu arada "İyiler iyi"diye cevap verirkende bıyık altından belli, belirsiz güler. Adam benim iyi niyetime karşılık sürekli benimle alay ediyor sanki!...
Bende sormaktan  vazgeçmiyorumki, bakalım bir günde başka, normal insanlar gibi bir cevap verecekmi diye.
Yok!.....
Ya,bir insan kendisine diyelim; sekiz ay boyunca hatır soran birisine hep aynı cevabımı verir?
Artık sinirimi bozmaya başladı. Ama benim ters tarafımı bilmiyor. Bende öyle bir yetenek var. Allah tarafından. Hiç ummadıkları anda lafı gediğine öyle bir oturturumki acısını bir iki ay çıkaramazlar.
Benim o damarımı sonunda ortaya çıkarttı bu adam.
Bir gün yine kapının önünde karşılaştık. Bir öğlen vakti. Ben yine her zamanki gibi:
"Nasılsın İbrahim efendi?"dedim
O da her zamanki gibi:
"İyiler iyi" dedi.
Bende o zaman gayet yumuşak bir ses tonuyla:
"Allah iyileri daha iyi,kötüleri daha berbat yapsın İnşallah"dedim.
Sondaki İnşallah sözcüğünüde hafifçe vurguladım.
Her zamanki gibi yürüyüp gidiyordu. Birden durdu kaldı. Sekiz ay sonra ilk defa dönüp yüzüme baktı. Bende doğrudan gözlerinin içine baktım. O her zamanki alaycı ifadesi yoktu. Onun yerini şaşkınlık, öfke ve korku karışımı bir ifade sarmıştı.
Birbirimize on saniye kadar baktık. Farkındayım; O da düşünüyor. Alaymı ettim?Beddua mı ettim? Bu lafı onamı söyledim? Yoksa genel mi konuştum? Anlayamıyor.
Hiç bir şey diyemedi. Mat olmuştu.
İkimizde yolumuza devam ettik. Bir hafta kadar sonra biz tekrar bahçeliye taşındık.


RUS SALATASI İMALATI!.....

      Çankayadaki evimizde oturuyoruz. Ablam yeni evli. O da 18 yaşını bitirdiği gün nikah işlemleri başlamış, yani 18 yaşının içinde evlenmiş. Yazılarımda sözünü ettiğim Editörüm ve yeğenim Orkun un annesi.
      Hacıannem henüz sağ ama Uşak tan haberini alıyoruzki durumu iyi değil. Uşak lehçesinde biz (SEKERATTA) diye bir tabir kullanırız. Dostlar meclisinden ırak;"ölmek üzere" anlamına gelir. Hacıannem sekeratta imiş.
Annem bu haberi alınca babamla beni başbaşa bırakıp otobüse atladığı gibi Uşak a gitti. Biz kaldık babamla. Babaannemde yazları kızının yanına gezmeye gittiğinden evde o da yok. O da Uşak ta.
Ablam siz hiç merak etmeyin dedi. Ben size arslanlar gibi bakarım.
Haaa!... Bu arada evleri bize çok yakın. Çankayada bir sokak ötemizde. Aramızda belki 50 metre var, belki 100 metre o kadar.
Bir gün telefon açtı bana:"Hakan,ne yemek istiyorsun bugün?" diye sordu.
Bende "Rus salatası istiyorum abla" dedim Şimdi bile (Gerçi yiyemiyorum ama) fast-food türü yiyecekleri ve bunların soslarını, garnitürlerini çok severim (Bu yazıyı okuyacak  olan aile bireylerime duyurulur.)
"Peki o zaman gel, hem sohbet ederiz, hem sen yardım edersin (Getir-götür, bakkala git-gel işleri ) sonrada alır, evinize götürürsün dedi.
"Amenna!...) Gittim. Mutfağa geçtik. Bütün malzemeleri çıkardık. Masanın üzerine yığdık.
Ablamla, Annem o aralar benim taaa ilkokuldan beri arkadaşım olan bir çocuğun annesinden pratik ve hızlı (mayonez) yapmasını öğrenmişlerdi. Bu arkadaşımın annesi annesi galiba göçmendi. Gerçekten çok bilgili, becerikli, elinden her iş gelen bir kadındı. Mayonezi çabucak pratik bir şekilde yaptıktan sonra rus salatası yapmaya ne var? İçine malzemelerini doğra, tamam. Ablam başladı. Birde her genç evli kadın gibi mükemmeliyetçi. "Amaaaan bu da bu kadar oluversin" diyemiyor.
Küçük bir tencere ile işe başladı. Mayonezi yaptı. İçine malzemeleri özene, özene doğradı. Normalde burada işin bitmesi lazım değilmi?
"Hakan gel şunu bir tat bakıyım" dedi ama kaşığı önce kendi ağzına alıp uzun bir "hııııımm" çekti.
"Yok! Olmadı" dedi. "Bunun mayonezi cıvık oldu", "ama ben hemen düzeltirim".
Hemen başka bir küçük tencerede yeni bir mayonez yaptı. Bu sefer malzeme biraz çoğaldığından tek tencereye sığmayınca her ikisini birden 5 litrelik düdüklü tencereye aktardı.
yeniden kontrol faslı başladı. Beğenmiyor, Allah,beğenmiyor. Patatesini ve turşusunu az buldu,bezelyesinide çok buldu.
Bana gülümseyerek "Hemen hallederiz" dedi. Bir diğer büyük tencerede bu sefer hazır olsun diye 3 kilo kadar patatesi kaynatmaya başladı. Küpten koca bir tabak daha turşu çıkardı. Hepsini birden doğradı. Kaynayan patesleri tek, tek soydu, doğradı. Bir ölçtü, biçti, hepsini birden bu zavallı düdüklü almayacak. Gitti kilerden küçük plastik bir leğen getirdi. O ana kadar yaptıklarının hepsini birden içine boşalttı.
Sihirliymiş gibi; gözümün önünde rus salatası git gide büyüyor.
Karşıdan bir baktı, tabi patates ve turşu o kadar çok olduki, sanki rus salatası gibi değilde; leğenin içinde patates ve turşu yemeği gibi duruyor.
Esas harcı olan mayonez nerdeyse yok gibi duruyor.
Bu arada mutfaktaki bütün tencereler, tavalar, kovalar, teker, teker bitmeye başladı. Mutfağın öbür tarafında genişce bir boşluk var. Oraya içerdeki odadan portatif bir masa getirdi.Açtı,üstüne gazeteler serdi. Bulaşıkları yığmaya başladı.
Yeni temiz bir tencerede yeniden mayonez yaptı. Bu seferkini biraz katı kıvamlı tutturdu. Yeniden ölçtü, biçti, artık küçük leğeninde bu işe yetmeyeceğini anlayınca tekrar.kilerden orta boy bir leğen getirdi. Her şeyi bu sefer bunun içine boşalttı.
Ama farkındayım, sinirleri gevşemeye başladı. Ağlaması yakındır.
Bu arada saatler geçiyor. Daha akşama kocasına yemekte hazırlaması lazım.
"Hay Allah" dedi."Gördünmü bak""sosisleri unuttuk."
İçine sosis doğranmadan rus salatası tamamlanmaz gerçekten. Haklı.
Gitti, buzdolabından iki kilo kadar birinci sınıf Et Balık Kurumu sosisi çıkardı. Tekrar yeni bir tencereye koydu. Kaynayınca sosisler o tencereye sığmadı. Şişiyorlar ya!...
Bu sefer o tencereyi daha büyük bir tencere ile değiştirdi. Suyunuda çoğalttı.
"Bu sefer oldu Hakan"dedi gururla. Yalnız, mevcut leğeninde istiap haddi dolduğundan,tekrar kilere gitti ve küçük bir yüzme havuzu büyüklüğünde, dev gibi bir yeni leğenle geldi. Allahtan artık içeride başka leğen kalmadı.
Böylece, en sonunda ne var, ne yok bu leğene doldurdu. Tahminen yaptığı rus salatası 50 kilo civarında veya fazlada olabilir.
Şimdi, mesele şuna dönüşdü ki; bunu ne yapacağız?.
Hemen en büyük boy, dev gibi tencerelerden birini seçti, yıkadı. Basa, basa bunun içine rus salatasını doldurdu. Biz onu artık, annem dönene kadar yeriz!...
Tüm büyük tepsilere, kaplara, büyük kayık tabaklara tıka, tıka doldurup apartmana dağıttı. Yandaki apartmanada dağıttı. Civardaki bir,iki sokakta annemin Uşak lı ahbablarıda oturmaktaydı. Onlara teker, teker telefon etti. "Çocukları yollayın size rus salatası göndereyim" dedi. Bu canhıraş dağıtımdan sonra en son kocaman bir tencerede kendisine kaldı. Buda makul değil ama eehh! kabul edilebilir.
Ben o koca tencereyi 50 metre mesafede zor taşıdım.
Babam baktı: "Bu ne yahu!... Ne yapmış  bu kız böyle?" dedi.
Ben içimden"Sen daha leğeni görmedin" dedim.
On beş gün Rus Salatası yedik.



   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yayınlanan Yazıları Nasıl Buluyorsunuz?